Kendi zihninin tuzağına düşüyor insan. Kötü anıları hafızanın derinliklerine atıp unutuyorsun. Kimlerin canını yaktığını, kimlerin sana zarar verdiğini, kimlerin senden zarar göreceğini biliyorsun ama unutuyorsun işte. Uzunca bir düşünsen, gözünde canlanan günlük güneşlik bir fotoğraf ve hep mutluymuşsun gibi. Hiç aldatılmamış, hiç yalan duymamış, hiç şiddet görmemiş, hiç aşağılanmamış, hiç değersizleştirilmemiş gibi. İşte tamda o zaman başlıyor yanılgılar. Geçmiş geçmişte kalmış diyorsun, acısıyla tatlısıyla rahat bırakıyorsun geçmişi. Yaşıyacağını yaşadın, alacağını aldın diyorsun. 


Sonsuz bir güvenle, gözün kapalı sırtını dayıyorsun insanlara. Usulca hayallere başlıyorsun o zaman. Çoğu zaman hayal kırıklığı dediğimiz şeyin sorumlusu kendi yanlış hayallerimiz. Tamda doğru olduğunu bildiğin hayal yolunun ortasında düşüyorsun. O ve ya bir başkası değişmiyor aslında, geçmişteki gibi aynı şartlar içinde aynı davranışlar sergiliyor insan karşısına. Ve herkes kendi karakterinin karşılığını koyuyor masaya. Sen de busun işte.
Sonra aradan zaman geçiyor, tam bir kısır döngü. Yaptığın hataları tekrar edip duruyorsun.


Yaşanan bazı şeylerin sebebi olarak kendini görüyorsun. Haklısın... Bazı sorunların sebebi sensin. Aynı durumlarda aynı davranışları yine göstereceksin. Sadece o an için doğru bildiğini yapıyorsun belki de. Bazen hatalıydı da, tabii bazılarında öfkene yenik düştün ve bazılarında arzularına... Sonra bin pişman oluyorsun. Belki kafanı duvarlara bile vurmuşsundur. Ama neye yenildiyse beyin, benzer şartlar oluştuğunda aynı şeye yine yenilecek.


Ve belki de yine çekiştireceksin birinin kolundan kendi hayallerini yaşamaya. Bıkmayacaksın, yılmayacaksın. Oysa kalp kırıklıklarımızın sebebi, karşımızdaki insanı dinlemeksizin temelsiz inşa ettiklerimiz. Sormadan, danışmadan sürüklediklerimiz. 


Yine de yorulmaz insan. Başka yollarda, başka hayallerle.
Ve yarı yolda kırdıklarımız kocaman özürü hak ediyor o halde.