BAŞLARKEN

 

            Bazı konularda bilgilerimiz eksiktir. Ve bu eksikliğin bize ne kadar zarar verdiğinin farkına bile varmayız. Şinasi’nin Reşit Paşa için yazdığı kasidede “Cehlimiz sanki elimizi kolumuzu bağlayan bir zincir idi” anlamında bir dizesi vardır ya. İşte öyle.

            İnsanlar kitaplar yazarlar. Kitapların içine giriş veya önsöz bölümleri koyarlar, içindeki konuların listesini yazarlar. Sonuna da kaynakça, sözlük, sonsöz gibi bölümler eklerler. Bu bölümlerin hepsi de “okurlar okudukları kitaptan daha çok verim elde etsin” diyedir. Ama çoğu okuyucu bunlara pek dikkat etmez. Bu bir çeşit karpuz yiyip suyunu içmemek gibi bir şeydir. Bilenlerin gözünde böyle yapanlar işin tamamına ermiş sayılmazlar.

            Biz de bundan sonra burada sizlere düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız. Çalışacağız çalışmasına da kişioğlu birçok şeyi tersinden okumaya meraklıdır. İşte bu yüzden konuya paldır küldür girmektense bir giriş yapalım, köşemizle ilgili bir okuma kılavuzu hazırlayalım istedik.

            “Dinleyen söyleyenden arif gerek” demiş atalar. Bir başka sözde de “Göz ikidir, kulak iki ağız bir/ Çok görüp çok dinleyip, az konuşmak gerekir” buyrulur. Biz kendi adımıza sizlerin bizden çok arif olduğunuzu biliyoruz da gene de bir mim koymak gereğini duyuyoruz. Duyuyoruz, çünkü yanlış anlaşılmanın hiç anlaşılmamaktan daha kötü olduğunu biliyoruz.

            Bir kişi durduk yerde neden yazmak ister? Söyleyecek şeyleri vardır da ondan. Öykü belki malumunuzdur, belki değildir. Ama güzeldir: Adamın biri Allah’ı görür. İçinde öyle bir coşku duyar ki, gördüklerini uçtan kıyıdan insanlara anlatmak ister. Ama Allah onu uyarmıştır. Eğer sırrı açığa vurursa bütün güzellik kaybolacaktır. Fakat adam ne yapsın? Sırrı söylemezse çatlayacak. Gider kimsenin olmadığı bir çöle ve “Ben Allah’ı gördüm” diye haykırır. Tabii çöl bomboştur. Sesini duyan ve sırrını söyleyen olmaz. Yalnız çöldeki sazlardan rüzgâr değdikçe derinden derine bir inilti gelir: “Huuuuu! Huuuuu! Huuuuu!” Anlatanlar derler ki o kişinin sırlarına çöller bile dayanamamışlar da lisan-ı hal ile gelip geçene aktarıp dururlarmış. Dervişlerin karşılarına çıkana selam anlamında “Huuuu!” demesinin de, kumruların ve güvercinlerin aşka geldikçe “Huuu! Huuu! Huuu!” diye dem tutmasının da nedeni hep bu “bildiklerini paylaşmak, çoğaltmak; içinde taşıdığı sırların azıcığını dışarıya sızdırmak için”miş. Arifler rüzgârın çamların dallarında çıkardığı uğultuları da hep zikre bağlarlar. Ne derece doğrudur? Siz onları nasıl okursanız öyledir.

            Biz de “Huuu!” diyoruz da başkaları “şu veya bu” anlamasın diye böyle bir açıklama yapıyoruz.

            Yöremizde anlatılacak bunca güzel şey, toplumumuzu gerip duran bunca sorun varken eli bağlı oturmak işimize gelmediği için yazmak istedik. Kimi zaman sevincimizi, kimi zaman acımızı paylaşmak adına yazmak istedik. Sevincinizi paylaşıp çoğaltmak, acılarınızı paylaşıp azaltmak için yazmak istedik.

            Başarabilirsek ne mutlu bize!

            20 Aralık 2016 Salı