BİR DERGİ BİN DÜŞÜNCE 4

            Eskiden deli akan ve Alakır alası denen bir balığı olan Alakır çayının birçok yerinde bugün kurbağa bile yok. Oradaki resimlerde görülen birçok bitki tehdit altında. Maalesef Kumlucamızda yaşayan birçok kişi Alakır vadisinin içine gidip bu güzelliklerden nasibini almış değil. Alanlar da çok yönlü, uzun vadeli düşünmekten aciz kişiler. Hıdrellez’de Balıklağa deresinin kıyısında yiyip içip gölgelenen, su sesi dinleyen, derede serinleyen insanlar görürüm. Bunların hiçbiri bu derenin suyunun da çekilebileceğini, ondan sonra kuşların böceklerin birer birer tükeneceğini hiç akıllarından geçirmezler. Geçirselerdi oradaki doğa katliamına karşı bu derece ilgisiz kalmazlardı. Yazıyı yazarken konuştuğum bir arkadaşım, “Köyde kekliklerin ürediği birkaç yer var. Köyün muhtarı buraları korumak için çabalıyor. O yörede oturan köylülerden bazıları Kumluca’da oturan arkadaşlarına “Bizim tepeden keklik sesi geliyor; tüfekleri getirin, ava gidelim” diye davet ediyor” dedi. Cehaletin bu derecesi ancak mektebe giderek öğrenilebilir. 

            Derginin 60. Sayfasında benim yazdığım bir yazı var. Üç sayfalık bir yazı. Beş fotoğraf ve 650 sözcükten ibaret. Ben bu yazıyı 2016 yılında Gerçen’de çıkan orman yangınında çekilmiş bir fotoğraf üzerine yazmıştım. Fotoğrafı çekeni bulup sorgulayamamıştım. Bu ağaç ne ağacıdır, nerededir, kaç yaşındadır bilmiyordum. Ama fotoğraf çok çarpıcıydı. Ağacın bir yanı kıpkırmızı tutuşmuş yanıyordu. Yangın yerini gezerken ben de bir çam ağacı gördüm.  Çatal bir çam. Çatalın birinin başı kesilmiş. O çatalın başında (sanırım çıralı olduğu için) büyük bir alev yanıyordu. Sanırım bizleri imdada çağırıyordu.

             Yangın bir ormanda bitki ve hayvan ne varsa silip süpüren bir afet. Afet demek ne derece doğrudur bilmiyorum. Çünkü bu insan eliyle, insanların ihmalleri yüzünden çıkan bir afet.  Ve yangın yerindeki her canlının (yılanın bile) yaşama hakkına saygı duymak bir insanlık görevi.

            Ben buraya geleli Kumlucada çok büyük yangınlar çıktı. Gerçi Muğla, Mersin illeriyle Antalya’nın öteki ilçelerinde de çok büyük yangınlar çıktı ama herkes kendi bölgesindeki sıkıntıları söyler. Bu Rhodiapolis’in bulunduğu Sarıcasu yangını, Ömerbeleni, Karacaağaç, Akınca, Yazır, Gerçen, Adrasan ve Gağaz’da çıkan yangınlar. Ve bunların hepsi de büyük yıkımlara neden oldu. Devletimiz Adrasan’daki ve Gerçen’deki yangınlardan sonra, kesinlikle yerleşime açılmayacak diye demeç üstüne demeç verdi. Ağaçlandırılacak dediler. Ağaçlandırdılar da. Ama orada eskisi gibi yılanların, kaplumbağaların, uç uç böceklerinin, kelebeklerin, çeşitli çiçeklerin ve hayvanların yetişmesi için en az 20-25 yıl geçmeli. Yani önce yakıp (ya da yakılmasına göz yumup) sonra da ağaçlandırmanın bir anlamı yok. Yazık ki devletimizin mantığı bu.

            Son yangın bize gösterdi ki köylümüz sadece kendi evini, serasını, tarlasını düşünüyor. İşte size bencilliğin ve bananeciliğin en uç noktası. Ama onlara yakışan da odur. Köylü kısmından çok boyutlu düşünmesini beklemiyorum. Ama bu düşünce gitgide okumuş yazmışlarımıza da bulaşıyor. Asıl tehlike burada!

SÜRECEK