BİR DERGİ BİN DÜŞÜNCE 5

            Yazımın en üst kısmında bundan önceki yazıda söz ettiğim bir tarafı yanıp duran bir ağaç resmi vardı. Sonra bütün ağaçların hikayesini anlatan ve içimizde ağaç sevgisini uyandırmasını istediğim bir yazı vardı. Yazıda kabaca diyordum ki, “Ben bir ağacım. Türümün de, yerimin de, boyumun da, meyvelerimin olup olmaması da önemli değil. Her canlı gibi benim de yaşamaya hakkım var. Her canlı gibi benim de dostlarım var. Kuşlar, böcekler, bulutlar ve toprak ana benim dostlarımdır. Ben çiçek açarım, gölge veririm, toprağı korurum, yağmuru çağırırım. Beni niçin yakıyorsunuz? Benim yakılmama karşısında niçin bu kadar ketum davranıyorsunuz?”

            Yazıyı süsleyen ağaç fotoğrafları bir ağaçtaki yaşama tutkusunun ne kadar büyük olabileceğini ve nelere kadir olabileceğini gösteriyor. Bunlardan biri denizin içindeki bir adada bitmiş tek bir çam ağacı. Biri de bir kayanın sivrisinde bitmiş bir çam ağacı. Üçüncü resim ise bir kayanın yarığını kendine yurt edinmiş bir başka ağaç. Öteki, küçük bir fidan. Çorak bir arazide bitmiş. Gece gündüz, yaz kış, yağmurda rüzgarda orayı bekleyecek. Bizim için. Bildiğiniz gibi ağaçsız bir toprak ancak çöldür.

            Beşinci fotoğraf gene bir kayanın yarığında bitmiş bir ağaç. Türünü bilmiyorum. Ama onun da kimsenin uğramadığı uğramayacağı o yeri şenlendirdiğini çok iyi biliyorum. Bakmasını bilen kişiler için bizim ormanlarımızda da böyle yüzlerce ağaç var.

            Derginin 63. Sayfasında “Tarihimiz Yok mu Oluyor?” adlı bir yazı var. Bu yazıda yazar, yöremizde pek yaygın olan ahşap ambarlardan söz ediyor. Dilek ve Aydın Engin çiftinin 180 yıllık bir ambarı nasıl ihya ettikleri anlatılıyor. Bu ambarlardan biri de Sanayi Sitesi girişinde Yavuz Sultan Selim Parkı’nın yukarı ucunda. Köylerde bunlardan epeyce gördüm. Ama çoğu kırık dökük. Bunlar bizim ata mirasımız ise ve yaşamasında yarar görüyorsak her köyde bir tanesini koruma altına almakta ve sergilemekte yarar var. Bunlar yöremizdeki ağaç işçiliğinin örnekleri (numune). Çoğunda bir tek çivi yok. Çoğunun içine sıçan falan değil, hava ve su bile giremez. Bunların üzerinde bir yüksek lisans çalışması bile yapılabilir. Ben köylerimizin hemen hepsinde birer köşk görüyorum. Onları yaşatan köylü bunları da pekâlâ yaşatabilir. Yeter ki uyarılsın.

            Derginin 64. Sayfasından itibaren gene kimin yazdığı bilinmeyen, “3 Bin Yıllık Ateş: Yeni Şamanlar” adlı bir yazı var. Bu yazıda 6 sayfa boyunca yeni şamanların Çıralıdaki Boncuk koyunda yaptığı bir tören anlatılmış. Tabii gene bol resimlerle.

            72. Sayfada ise kentimizde epey zamandır faaliyette bulunan Palet Sanatevi’nin sahibi ve öğretmeni Gülten Gökkaya öğretmenimizin “Yaratıcılık” adlı bir yazısı var. Gülten öğretmenimiz eşi Mehmet Gökkaya, kentimizde kurdukları Palet sanatevi’nde sessiz sedasız resim sanatına gönül vermiş insanları yetiştiriyorlar. Onları yediden yetmişe sanatın ve yaratıcılığın büyüsüyle tanıştırıyorlar. Yaratıcılık, her yaştan, her cinsten insana lazım olan bir beceri. Ama bizim eğitim sistemimiz tüm gelişmelere rağmen çocuklarımızın yaratıcılık yeteneğini iğdiş ediyor. Onları ezberci, vurdumduymaz, tembel ve omurgasız kişiler olarak yetiştiriyor. Her insanın özünde az ya da çok bulunan yaratıcı düşünce genç yaşlardan itibaren tükeniyor. Bir ara teknoloji tasarım diye bir ders konmasına rağmen maalesef yaratıcı düşünceyi yeterince geliştiremiyoruz.

SÜRECEK