DTCF’Lİ OLMAK

          330 akademisyenin atıldığı 686 sayılı KHK ile DTCF’de Tiyatro bölümünün beş öğretim üyesi de meslekten ihraç edilmiş. Bölüm kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış.

          Mensubu olmakla övündüğüm bu okul, kurulduğu 1935 yılından itibaren bütün hükümetlerin gazabını üzerine çekmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu okulun yetiştirdiği Dünya çapında bilim adamlarını düşüncelerinden dolayı itip kakmakta bir beis görmemiştir. Halbuki Atatürk bu okulu çok büyük hayallerle kurmuştur. Çünkü Anadolu’nun bağrında açılan bu okul “Söylenmemiş bir destan gibi duran Anadolu’nun” bütün sırlarını ortaya çıkaracak, Hititlerden bu yana Anadolu’da parlayan bütün uygarlıkların güneşinin yeniden ufuklarda görünmesini sağlayacaktı.

          Osmanlı Anadolu’ya şaşı bakmış ve Türk kültürünü baskıladığı gibi yazıya geçirilmesini de ciddiye almamıştı. Batılılar kendi ulusal kültürlerini daha 17-18. Yüzyıllarda bitirip Ortadoğu’ya ve Uzakdoğu’ya yönelirken bizim ulusal kültürümüzle ilgili araştırmalar henüz emekleme safhasında bile değildi. Osmanlı tarihçileri tarihi ya Osmanlı ile başlatıyorlar ya da peygamberler tarihi adı altında söylenceleri sıralıyorlardı. Tarih, Coğrafya, dilbilim, edebiyat, tiyatro, sosyoloji, felsefe, sanat tarihi ve halkbilim gibi önemli bilimler bizde tamamen amatörce icra edilen bilim dallarıydı. Fen bilimlerinin de onlardan kalır yanı yoktu.

          İşte Atatürk DTCF’yi bu bilimlerde dünya çapında adamların yetişmesi için kurulmuş bir okuldu. Almanya’dan kaçıp gelen Yahudi bilim adamları bizim için büyük bir şanstı. Çünkü Almanya sosyal bilimlerin çoğuna ileri bir ülke olduğu gibi kaçıp gelen bilim adamları da dünya çapında bilim adamlarıydı.

          Biz o okula girdiğimizde okul kırk yaşındaydı. Okulda çok önemli bilim adamları vardı. Türk kültür hayatına sürekli oğul veriyordu. Önemli kazılara ve Anadolu’nun tarihi ile ilgili önemli buluşlara imza atılıyordu.

          Bir toplumda bir bilimin temellerini atmak, bir bilim camiası oluşturmak hem zahmetli hem de uzun zaman isteyen bir iştir. Yani DTCF Türkiye’de arkeolojinin, felsefenin, sosyolojinin temel disiplinini oluşturmak için çok çaba harcamıştır. En kıymetli tarihi eserleri tuvalet çukuruna duvar yapan kişilerden tarihi eserlere saygı gösteren bir toplum yetişmişse bunda arkeologların payı vardır. Toplum tiyatroyu günah sayan bir toplum olmaktan tiyatro yapanı ayakta alkışlayan bir toplum olmaya doğru evrilmişse bunda DTCF’nin tiyatro kürsüsünün de payı vardır, olmalıdır. Karman çorman kütüphanelerden çağdaş yöntemlerle kurulmuş, herkesin bütün kitaplara kolayca ulaşabildiği büyük ulusal kitaplıkların oluşmasında da DTCF’nin kütüphanecilik kürsüsünün payı büyüktür.

          Yazık ki DTCF her dönemde idarecilerin gazabına uğramış, öğrencileri de öğretim kadrosu da çatlak ses çıkardığı için itilip kakılmıştır. En güzel eserleri de o itilip kakılanlar vermiş ve uluslar arası ortamda Türkiye’nin yüzünü onlar ağartmıştır. Geriye onları sürenler, dışlayanlar, horlayanlar, mahpusa atanlar değil o insanların eserleri kalmıştır. Bir güneş gibi parlayan eserleri.

          Ben DTCF’den mezun olmuş bir edebiyat öğretmeni olarak okulumla gurur duyuyorum. Atılan kişiler komünist de olsalar, ateist de olsalar, ırkçı da olsalar, aykırı da olsalar asla hain, tembel, dolandırıcı ve siyasetin labirentlerinde çarpılmış kişilikler olmayacaklarını düşünüyorum.

          SOMSÖZ: BİLİM ADAMLARINA KIYMAYIN EFENDİLER! ONLAR BİZİM YOLUMUZU AYDINLATIRLAR.