İNŞALLAH BENİM HANIM!... İNŞALLAH BENİM!...

               Hoca bir akşam hanımına “Hanım, der, yarın gidip falan yerdeki tarlayı ekip geleceğim. Hanımı “İnşallah!” de Hoca deyince Hoca kızmış: “Ne İnşallah’ı be karı… Tarla tavlı, öküzler besili, tohum hazır… Gidip ekip geleceğim işte…”

               Ertesi günü erkenden sabanı boyunduruğu ve tohumluğu eşeğe yükler yola düşer. Tarla yolunda dar bir yerde eşkıyalar bunu çevirirler. Kendine güzel bir sopa çekerler, tohumu dökerler, eşeği ve öküzleri de önlerine katıp giderler.

               Hoca çarnaçar eve döner. Herşey bir anda olup bitmiştir. Vakit daha erkendir. Kapıyı çalar. Hanımı içeriden ses verir: Kim o?... Hoca’da dünkü kendine güven yerle bir olmuştur. Süklüm püklüm mırıldanır: İnşallah benim hanım… İnşallah benim… İnşallah…

               Rönesans’la birlikte Batıda itikat ve imanı geri plana itip aklı, gözlemi, deneyi ve düşünceyi ön plana çıkaran anlayış öne çıktı. 16. Yüzyılda gelişip serpilmeye başlayan bu anlayış 17,18 ve 19. Yüzyıllarda gittikçe hızlanarak sürer gelir. Bizim 19. Yüzyılda tanıdığımız bu düşünce, 20. yüzyılda gelişip gürbüzleşmesini beklerken yozlaştı ve 21 yüzyılda işimiz gene inşallah ile maşallaha kaldı.

               Biz maalesef 200 yıldır ifrat ile tefrit arasında gider geliriz. Orta yolu bir türlü bulamadık. Ya sağlık adına hocaya otçuya itibar eder hekimi hastaneyi pas geçeriz ya da hekim hekim gezeriz de psikolojik takviyeleri ihmal ederiz. Birincileri muskacı ve otçularımız sövüşler, ikincileri hastaneler ve hekimler keseler.

               Hocamız da bu fıkrada bizim aynadaki bir yansımamız gibi ifrat ile tefrit arasında gidip geliyor.

               Bütün bilimlerin merkezinde insan vardır. Tıpı da, hukuku da, eğitimi de, tarımı da, madenciliği de denizciliği de… Hatta siyaset, felsefe ve ilahiyat da insanı güzelleştirmek için kullanılan bilimlerdir. Ama bu bilimlerin mantığını ters çevirip yani insana hizmeti geri plana itip kazancı ön plana çıkarırsanız, yani insanı yitirirseniz ortada hiçbir şey kalmaz. Bunu da ancak ifrat ya da tefritle yapabilirsiniz.

               Saygı duyduğum bir tıp adamı sağlıklı yaşamak için iyi beslenmenin, iyi uyumanın, spor yapmanın, gerekli muayene ve tedavileri yaptırmanın yanında moral değerlere de inanmak gerektiğini telkin ediyor. Yani “Dua edin, gülümseyin, ümitvar olun, hayal kurun, dostlarınızı ziyaret edin, ailenize zaman ayırın, iyilik yapın…” da diyor. İnsanı iyice mekanik hale getiren günümüz tıp anlayışına aykırı gibi görünse de haklılık payı var. İnsan ne bir makine ne de okus pokusla acısı ağrısı geçiverecek bir masal kahramanıdır.

               Aslında doğru hiçbir uçta değil, ortadadır. Hele insanla ilgili konularda.

               Burada aklımıza şu soru geliyor: Hoca’nın kadere imanından şüphe mi etmeliyiz? Bence hayır. İnsan namaz kılarken iki rekat arasında bile küfre düşebilir. İnsansa Hoca’nın da her şeyden emin olduğu dönem muhakkak olacaktır. İşleri akan, sağlığı ve neşesi yerinde olan her insan iyimser olur ve hep böyle süreceğini sanır. İlk darbede de fabrika ayarlarına geri döner. Bizce Hoca da öyle olmuştur.  

               SOMUÇ: KAZALAR ÇOĞU ZAMAN GÖRÜNMEDEN GELİR. ONUN İÇİN İNŞALLAH DEMEKTE YARAR VARDIR. TABİİ ÖNLEMİNİ DE ALMAK ŞARTTIR.