NASRETTİN HOCA’NIN İZİNDE

Aslında benim birçok projem vardı. Bildiklerimi, düşündüklerimi gelecek kuşaklara aktarmak için durmadan yazacaktım. Ama ne olduysa oldu, teşvik eden bir iklim bulamadık ve bu işi ite kaka yapmaya başladık. Köylerimizi, yaşlılarımızı, yürüyüş parkurlarımızı, meraklarımızı, kentimizin geçmişinden bugüne ve yarına aktarılması gereken şeyleri yazıya dökecektik. Belediyemizce “Kumlucanın taşı tarih, toprağı altın”dı. Ama bunun altının doldurulması gerekirdi. Biz de onu yapacaktık. Halk mizahını anlatacaktık. Ama bir soğukluk oldu ve nasip olmadı.

Nasrettin Hoca’yı anlatacaktık. Türk dünyasının yetiştirdiği ve Dünya kültürüne hediye ettiği bu güzel insanı bir de biz anlatmalıydık. Onun fıkralarına bağlanan her deyimin, yaşamdaki zenginliği gösteren her fıkrasının gelecek kuşaklara anlatılması gerektiğini düşünüyorduk. Bu kişimizi dünyanın insanları tanırken bizim çocuklarımızın tanımaması kanımıza dokunuyordu. Edebiyat kitaplarında Hoca’ya ayrılan bölüm çok çok iki sayfa, ders sayısı da iki saattir. 750 yıldır Türk kültürünü süslemiş, Türk ulusunun yaşam zenginliğiyle zenginleşmiş ve sadece Türk coğrafyasında değil, Arap ve İran coğrafyasında da bilinmiş bir kişiliğin iki saate sığdırılması tavşanın suyunun suyunun suyu kabilinden bir şeydir. Hoca günlük hayatımıza o kadar karışmıştır ki çoğumuz onu hava gibi su gibi tüketiyoruz. Ve farkına bile varmıyoruz. 750 yıldır parayı veren düdüğü çalıyor, yorgan gidince kavga bitiyor, çoğumuz bindiği dalı kesiyor. Ve çoğumuzun aklına bir şeyler söylemek gelmediği gibi kürsüden inmek de gelmiyor.  

Biz kendi zenginliklerimizi yeterince anlatamadığımız için çocuklarımız her konuda yabancıların etkisinde kalıyor. Gerçi Akşehir’de Nasrettin Hoca şenliklerinin bu yıl 59. su yapılmış. Şenliklere bakan, vekil, vali gibi tüm ekabir teşrif etmiş. Ama bize bir yararı yok. Çünkü bu tür toplantıların insanları bir araya toplamaktan başka bir misyonu yok. Bu toplantıya Azerbaycan ve Bosna’dan, Kuzey Kıbrıs’tan gruplar gelmiş. Halbuki Hoca’nın ünü Türkistan’a kadar gider. En azından Asya’daki Türki Cumhuriyetlerin temsilcileri de gelse iyi olurdu.

Bazı kişiler Nasrettin Hoca’nın bir din adamı olduğunu bu yüzden Hoca’nın yalan söylemeyeceğini, komşusuyla kavga etmeyeceğini, aptalca şeyler yapmayacağını iddia ederler. Bu kişiler edebiyatın “edeb”den geldiğini, bu yüzden umumi ahlaka mugayir şeylerin edebiyata konu olmayacağını söylerler. Bunlara göre Nasrettin Hoca’nın kiraz çalması mümkün değildir. Bize göre ise insani olan her şey Hoca’mıza da yakışır. Biz Hoca’mıza sınır çizilmesine razı değiliz. İnsana yakışan her şey, Hoca’ya da yakışmaktadır.

Hoca’nın yüzlerce fıkrası vardır. Bu fıkralar gün geçtikçe çoğalmaktadır. Her birinde bin hikmet mevcuttur. 

Hoca mizahından kana kana içeceğimiz gür bir kaynaktır. Hoca hepimizi gölgeleyecek dalları dünyayı kaplayan kocaman bir ağaçtır. Hoca akıllara ve ruha şifa olacak kocaman bir kitaptır. Hoca mizahtan zerrece nasibi olan herkese verecek bir ürünü olan bir topraktır.

Biz bu yazı dizimizde Hoca’nın fıkralarını açımlayacağız. “Açımlayacağız”dan kastımız açıklamaktan öte onların güncel kültürümüzdeki yerini tespit etmektir. Aslında fıkra açıklandıkça tadı kaçan bir edebi türdür. Onlardan herkes nasibi ölçüsünde faydalanır. Buradaki nasip sözcüğünü, “kavrayış düzeyi deneyim ve birikim” olarak açıyoruz. Fıkraların anlamı anlatana, dinleyene, içinde bulunulan duruma göre değişir. Ama her seferinde önümüzde yeni sayfalar açar. Her seferinde güleriz. Hoca’nın şeyhinin bedduası daima tutar.

Nasrettin Hoca’dan yana eksik bir kişisel kültür zayıftır, zavallıdır.

Biz, Hoca’ya mensup olmakla gururlanan bir kişi olarak ondan bir nefes duyurabilirsek kendimizi bahtiyar sayacağız.

SOMSÖZ: HOCA BİZİM EN BÜYÜK ZENGİNLİĞİMİZDİR.