NEREDE O ESKİ GÜZELLİKLER? 2

       Öküz çifte iyi alıştırılırsa iyi olur. Çiftçinin istediğini yapar. Çift süreni yormaz. Dönüm başına vardı mı kendiliğinden dönüverir. Aşağıya da yukarıya da kendiliğinden döner. Bizim topraklarımız taşlıdır. Öküz kısmı saban taşa takıldı mı koparmak için yüklenip durmayacak. Öküzü iyi eğitmişsen taşların dibine, duvarların başına varıncaya dek sürersin. İyi eğitmemişsen taşların ağaçların kıyısına, duvarların başına yanaşamazsın.”

       Hayvan sevgisini yitirmeyen Alakırlı çiftçilerden birisi olan Zeki Özer, insan ile hayvan ayrımı yapmıyor. Ambarındaki tahılı, sofrasındaki ekmeği bu hayvanlara borçlu olduğunu biliyor. Ve devam ediyor konuşmasına:

       “Çiftçi kısmının öküzleriyle arası iyidir. İyi olmalıdır. İyi olmazsa hayvanlara bakası gelmez. Sürdüğü çift de ona yük gibi gelir. İyi olursa çift sürmekten ne hayvan yorulur, ne de insan. Gerçi çift her zaman sürülür de ille de bahar mevsiminde yağmurlar yağıp toprak tavlandıktan sonra çift sürmenin keyfi apayrıdır. Güneş insanın sırtına ılık ılık vurur. Tarlaların sınırlarındaki böğürtlen çalıları kesilir. Kıştan kalan ot kuruları toplanıp yakılır. Bahar mevsimi serçelerin, sığırcıkların ve kargaların kuduruk zamanıdır. Çünkü börtü böcek ayaklanmış, yem yiyecek çoğalmıştır. Ta ötelerden erkenci çiftçilerin sesleri gelir. Kimi ıslık çalar, kimi türkü söyler.

       Gerçi bizim yerler seki sekmek, yaka yamaçtır da gene de köylü kısmı kışı çıkarıp baharı yakalamaktan keyif alır. Emmim oğlu öküzüne iyi baktıysa, tohumun hasını bulduysa, eh tarlasının tavı da gelmişse değme keyfine. Önce tarlasının çalısını çırpısını ayıklar. Sonra öküzlerin ısınması için bir evlek böler. Daha sonra tohumu böldüğü yere serper. Sonra öküzlere “Ho!” der. Bir uçtan başlar, acele etmeden yavaş yavaş sürer. Sonra bir evlek daha çevirip oraya da tohum atar. Gene sürer. Öyle sürer ki tarlada bir avuç bile sürülmemiş toprak bırakmaz. Sonra kuşların tohumları yememesi için bir de sürgü çeker.

       Taban tarla denen yerlerde öküzle çift sürmenin keyfine doyum olmaz. Böyle yerlerde çizi ne kadar uzun olursa olsun ip çekilmiş gibi dosdoğru çıkar. Hele bir de toprağın tavı yerindeyse çiftçi kısmı hem çift sürer hem de bin bir hayal kurar. O hayaller çocukluğundan yaşlılığına kadar geçmişten geleceğe harmanlanır durur. Ama iyi hayallerdir bunlar. Buğday ekiyorsa mutlaka bol yağmur yağacak, altın başaklar rüzgarla ırgalanacaktır. Her bir tane nohut gibi iri olacak, bire on bire yirmi ürün alınacaktır. Ne ekmek sıkıntısı ne de samana sıkıntısı olacaktır. Ev yapılacak, düğün edilecek, inek birse ikiye çıkarılacak, bükte verimli bir tarla alınacaktır. Hiç olmazsa kış yem yiyecek tasası çekilmeden çıkarılacaktır. Gelecek yıllara Allah kerimdir.

        Kötü günler, kıtlıklar, sıkıntılar, susuz ve yağmursuz geçen yıllar unutulmuştur.

       Çiftçi ile öküzün arasında çok özel bir dil vardır. Öküz kısmı çift sürmeyi öğrenirken bu dili de öğrenir. Bu dil, “Aşağı! Yukarı! Gel!” gibi anlamlı sözcüklerden oluşabileceği gibi bir ıslık ve ses dilidir. Köylüler tavuklarını, kedilerini, köpeklerini çağırırken, kovalarken, azarlarken, farklı sesler çıkarır, farklı sözler söylerler. Bu sesler bir sözlük oluşturacak kadar zengindir. Eskiden bahar mevsiminde şu yakalarda ıslık sesinden geçilmezdi.

       Köylü kısmı, çoğu zaman hayvanlarına karşı bile sevgiyle, anlayışla yaklaşır. Kadınlar keçi, koyun ya da inek sağarken onlara ezgilenir, onları okşar. Köylü kısmı da çift sürerken öküzleriyle konuşur, onları sevip okşar. Hatta onlarla şakalaşır. Kendi rahatına kıyıp erkenden kalkar ve onları yemler. Çünkü ambardaki buğdayın, çuvaldaki unun varlık sebebi öküzleridir. Öküzü yoksa ne buğday ne un vardır. Un yoksa açlık, açlık varsa hastalık vardır. Boşuna mı demiş atalar “Aça dokuz yorgan örtmüşler gene uyuyamamış” diye. Ama un varsa ekmek vardır, bulgur bulamaç, çorba, kömbe, börek bazlama… Her şey, her şey vardır. 

       Ey Oğul;

       Bizler görüyoruz ki yeni kuşaklar ekmeğin undan, pabucun gönden olduğunu bilmiyor.  Kendilerinin dışında bir dünya olduğunun farkında bile değiller. Toprağın ne kadar cömert olduğunu, ama onu da işlemek gerektiğini hiç akıllarına bile getirmiyorlar. Emeğin en kıymetli değer olduğunu, ekmeği alın terinin tatlandırdığını hiç düşünmüyorlar. Üretmeyi, paylaşmayı en yüce değer olan insanlar gitti. Tembel ve hazırcı insanlar çoğaldı. Köroğlu, “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” demiş ya. Traktör icat oldu, öküze bakan eden kalmadı. Hele yaka yamaç da olsa atamızdan ötemizden kalan topraklar hiç işlenmez oldu. Buğdayı da, samanı da, mısırı da dışarıdan alır olduk. Oraklar, sabanlar, çapalar ahırlarda öksüz gibi durur oldular. Buğday ambarlarının boynu bükük. Köylerde şenlikler bitti. Kimsecikler kalmadı. Kuşlar bile gelmez oldu neredeyse. İyi günlere kalmadık oğul, iyi günlere kalmadık.. Evlerde baykuşlar ötüyor oğul!

Evlerde…

Baykuşlar…

BİTTİ