Telefonlar hayatımızı ne kadar kolaylaştırsa da onlara bağımlı olmuş durumdayız. Hayattan keyif almamızın en önemli şeylerden biri olan anın içinde kalabilmeyi kaybettik. Arkadaşlarımızla görüştüğümüz andan kısa bir süre sonra sohbet kesiliyor ve telefonlarımıza gömülüyoruz. Dışarı çıktığımızda prize yakın masalar arıyoruz, uzak masalara oturtmayı reddediyor ve hatta telefonumuza bakmayacağımız aktiviteler yapmaktan bile kaçınıyoruz. Artık bedava internet sağlayan kafeler cezbedici hale geliyor. Yanımızdan şarj aletlerimizi, taşınabilir şarjlarımızı eksik etmiyoruz. Belki de en çok duyduğumuz cümle “Sizde şarj aleti var mı?” sorusuna dönüştü. Kaçımız spor yaparken, yemek yaparken veya televizyon izlerken yanından telefonunu uzaklaştırabiliyor? Hatta yatmadan önce en son yaptığımız şey, biraz daha telefonumuzu karıştırmak değil mi? Oysaki daha bir kaç sene öncesine kadar durum böyle değildi. Teknoloji konusunda, o kadar kısa sürede büyük bir değişiklik yaşadık ki psikolojimiz üzerinde büyük etkiler yarattı. Hem çocukların, hem büyüklerin kafalarını ekrandan kaldıramayacak kadar telefonlarıyla ilgili oldukları bu dönem de daha fazla bilimsel araştırmalar yapılmaya başlandı. Teknolojinin cebimize girecek kadar küçülmesi, bizi sürekli ulaşılabilir hale getirmesi ve sosyal medyanın aklımızı çeliyor olması bütün soruların temelini oluşturdu. “Teknoloji ve insan” ilişkileri gelişiminde bilimsel olarak çalışılınabilir kılan bir terim var artık: Nomofobi. 2008’de Britanya’da ortaya çıkan kelime ‘No mobile phone phobia’ kelimelerin kısaltılmış hali. Ve bu terim Britanya’nın en yetkin sözlüklerinden Cambridge Dictionary, 2018’in kelimesi olarak seçildi. Türkçe sözlükte ‘telefon bağlantısını kaybetme korkusu’ anlamına geliyor ama tüm bunların ötesinde sözcük telefonu kullanamama fikriden duyulan muazzam endişeyi de kapsıyor. YouGov şirketinin “Nomofobi” araştırmasına göre, cep telefonu kullanıcılarının %53’nün telefonlarını kaybetmekten, şarjlarının bitmesinden ve internete ulaşamamaktan yoğun kaygı duyduklarını gösteriyor. Nomofobi gibi sanal bağımlılık bozukluklar, henüz hiç bir psikiyatrik kitabına girmemiş olsa da bu sebebden dolayı kliniklerde terapiye gelen insan sayısının oldukça fazla olduğu söyleniyor. Telefonunun elimiz ayağımız olduğu şu günlerde bağımlığımızın giderek artması, kişinin telefonu yanında olmadığında hissettiği kaygı ve huzursuzluk ve ihtiyaçlarımızı karşılamak için telefona ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Psikolojik araştırmaların yanı sıra nörobilim tarafından araştırmalar da, telefonun hafıza becerilerimizde ciddi bir düşüş yarattığı ortaya çıkmış. Scientific American’da yayınlanan bir makaleye göre telefona bağımlılığımız, partnerimize olan bağımlığımıza çok benziyor. Telefonlarımız, sevdiğimiz birini düşündüğümüzde beynimizde aktive olan bölgeleri harekete geçiriyor.
21. yüzyıl hastalığı için alarm sinyallerinin çalmaya başladığını gösteriyor durumda. Oysaki telefonlarımızı bir araç olarak; haritalardan yol bulmak, navigasyon, öğrenme, güvenlik, başkalarıyla iletişime geçme, hatırlayamadıklarımızı ve bilemediklerimizi arama motorundan bakmak gibi yararlarını düşünecek olursak bize faydası çok büyük. Hayatımızın bir parçası olarak değil bir araç olarak görebilecek konumda tutabilmemiz ve kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor. Peki şu an siz de merak ediyor musunuz? “Evet telefonuma sık sık bakıyorum ama Nomofobik olabilir miyim?”