SİYASİ PARTİLER KİMİNDİR?

               Ankaradaki Gazi Üniversitesi’nde Tarih hocası olan bir arkadaşım var. Bu kardeşimiz Tarih profesörü. Kendisi Face’te değişik konulara deyiniyor. Bir ara “CHP Atatürk’ün, MHP de Türkeş’in partisi olmaktan çıktı” diye yazdı. Tabii tepkiler ne oldu, sözler muhatabını buldu mu bilmiyorum. Ben bu söze bir mim koydum ve konuyu irdelemeye karar verdim.

               CHP kurulalı neredeyse 100 yıl, MHP kurulalı 50 yıl olmuş. Yani birisi kurulalı bir asır, öteki kurulalı yarım asır geçmiş. Hem bu asırlar eskiden olduğu gibi yüzlerce yıl süren asırlar değil, insanlığın birçok teknolojik buluş ve zihinsel evrim geçirdiği zaman dilimi.

               Böyle bir zamanda siz siyasi örgütlerin ilk kurulduğu zamanki gibi olmasını bekliyorsanız kafanızı değiştirmeniz gerekir. Elbette partilerin kuruluş felsefeleri vardır. Ona hiç kimse bir şey diyemez. Ama partilerin eskiye sıkı sıkıya bağlı olmasını beklemek muhafazakârların bile aklının kıyısından geçirmemesi gereken bir şeydir.

               Atatürk’ün de dediği gibi bireyler de siyasi partiler de, devlet de dogmaların, sloganların, zübük düşüncelerin değil bilimsel olanın peşine düşmelidir. Bırakınız siyasi düşünceleri, dinler bile yeniliklere açık bir kapı bırakırlar.

               Cumhuriyet’i kuranların emeklerine ve düşüncelerine saygı duyarım. Ama dünya büyük bir hızla değişirken onlara takılıp kalmayı anlayamam. Atatürk “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlimden ve fenden başka rehber aramak gaflettir, dalalettir, hıyanettir” der. Türkeş’in Dokuz Işık’ında da ilkelerin biri ilimciliktir.

               Hükümet adamlarımız sık sık, “Bizim rehberimiz millettir; bizim ne yapacağımıza o karar verir” buyuruyor. Öte yandan yükselme dönemi padişahlarını “Meclisinden ilim ve sanat adamları eksik olmazdı” diye övüyorlar. Yönetici tayfasının itibar edeceği kişiler elbette bilim ve bilim adamları olacaktır. Tabii ki adı profesör olup da siyasetçinin gözünün içine bakan kişiler değil. Sorunlar üzerinde kafa yormuş, çözümler aramış bilim adamları olacaktır.

               İşin üç boyutu var: Birincisi vatandaş boyutu. Vatandaş kuşça aklıyla siyasetçiye değil bilim adamına kulak verecek. İkincisi siyasetçi boyutu. Siyasetçi sokaktaki adama değil bilim adamına kulak verecek. Oyu halk verir, ama halka kulak verip popülist siyaset yapılırsa bunun sıkıntısını herkes çeker.

               İşin asıl boyutu ise bilim adamı boyutu. Bilim adamı siyasetçinin değil, aklın ve gerçeğin peşine takılacak. Bulduklarını bıkmadan usanmadan savunacak. Yanlışa çakılıp kalan siyasetçinin yakasından tutup sarsacak. Halk ile aydın arasındaki en belirgin farklardan biri halk tutucu iken aydının yeniliğe açık olmasıdır. Mevlana’nın “Dün dünde kaldı cancağızım. Yeni şeyler söylemek lazım” sözünün sırrını anlamayan, eskiye takılıp kalan kişi unvanı ve mesleği ne olursa olsun halktandır ve tutucudur.

               Aydınlar siyasilerin ağzına bakarsa siyasiler de aydına, aydınlığa ve bilime değil, ayak takımına ve en çok bağırana kulak verir.

               SOMSÖZ: ATLARI ARABANIN ARKASINA DEĞİL, ÖNÜNE KOŞMAK LAZIMDIR.