TRT Belgesel kanalında Su Savaşları adlı bir belgesel var. İki kişi Afrika’nın köylerinde yer altı suyunu yeryüzüne çıkarıp üzerine de bir tulumba kuruyorlar. Böylece köyün kadınları, çocukları saatlerce uzaklıktaki kuyulardan su getirme derdinden kurtuluyor.

Belgeselin sonunda Türklerin bu çerçevede Afrika’da 25 bin kuyudan su çıkardığı ve bu çalışmaların devam ettiği belirtiliyor.

Bu insanlar atalarının yaşadığı gibi yaşamayı bir çeşit Allah’ın takdiri gibi düşünür ve kaderlerine razı olurlar. Hâlbuki insan daha iyiyi aramalı ve paylaşmalıdır. Bizde de yakın zamanlara kadar geleneksel yaşam biçiminin dışına çıkmak pek zor olmuştur. İnsanlar daha iyiyi aramak yerine kaderlerine razı olmayı seçmişlerdir. Daha iyiyi aramak da bir ceht işidir.

Bir tek yenilik insanların düşünce kalıplarını değiştirip ufkunu açabilir. İnsanoğlu eşekten inip ata, attan inip motorsiklete binince muhakkak zihin yapısında da değişiklikler olmuştur.

Bulunduğum yerde sulama, kanallarla sağlanıyormuş. Dümdüz ovanın ortasından, doğudan batıya birbirine koşut iki tane kanal geçiyor. Pamuk tarlaları o kanallardan tarlalara sapıtılan suyla sulanıyormuş. Nöbeti bekle, suyu ağızla. Su toprak kanallardan yavaş yavaş, şişe şişe gelsin, tarlaya girsin. Sonra her yanını emdire emdire sula. Günlerce su nöbeti bekle.

Sonra kanaletler icat edilmiş ve döşenmiş. Deveboynu denen eğri bir boru ile herkes tarlasının, bahçesinin yanından geçen kanaletten suyu doğrudan tarlasına almış. Tarlası az olanlar pancar motorla, çok olanlar traktörle tarla içindeki kuyudan su çekip sulamışlar tarlalarını.

Sonra “dalgıç pompa” denen bir derinkuyu pompası çıktı. Su ne kadar derinde olursa olsun çekip çıkarıyordu. Zaten Kumlucanın her yerinde yer altı suyu var. Bu sefer dalgıç pompa ile çekip çıkarmışlar. Dalgıç pompa ile suyu çeksen de tarlaya girdikten sonra onu beklemek, tavalara yönlendirmek (ağızlamak) lazım. 20-25 sene önce damla sulama çıkınca sulama da, gübreleme de sorun olmaktan çıktı. Basıyorsun düğmeye. Gidip başka işe güce bakabiliyorsun. Bitki ilacı, gübreyi ve suyu istediği kadar alabiliyor. Bu yüzden eski sulama yöntemlerine “vahşi sulama” diyorlar. Hem suyu derinden çektiği için su kirliliğinden doğan hastalıklar da bitkiyi bozmuyor.

Memleketim olan Anamur’da bu yöntemle sulanabilecek düz araziler tükenmiş durumda. Artık bakımın da kolaylaşmasıyla çiftçiler yakada yamaçta olan tarlalarını sulayabiliyor ve ekim dikim yapabiliyor. Dağın ta başında bulunan parmak kadar suyu borularla bahçenin kıyısındaki bir havuza alıyor ve oradan bahçesini sulayabiliyor. Ya da yöremizde olduğu gibi kışın yağmur sularını büyük bir naylon havuzda toplayıp dinlendiriyor ve bağını bahçesini sulayabiliyor köylüler.

Seksenli yıllara kadar içme suyu bile olmayan birçok köy vardı. Son yıllarda suların dağıtımını alan büyükşehir belediyeleri suyu çok olan köylerin sularını alıp suyu olmayan köylere de su verdiler. Önceleri suyu bol olan köyler suyu vermedi mi devlet onlara müdahale edemiyordu. Şimdi bu sorun aşılmış durumda. Karagöl yaylasına da bu yasa çerçevesinde su verilebildi. Her şeyi olan ama suyu olmayan yayla bu sayede şenlendi.  

Bazı kişiler doğallık adına uygarlığın nimetlerine uzak durmaktan kendilerini alamıyorlar. Hâlbuki bu dünya insanımız, hayvanlarımız ve tüm canlılar için cennete döndürülebilir. Döndürülmelidir de.

Bunda tuzu biberi olanlara ne mutlu!