TÜRKÜLERİN AYNASINDA

               Bundan önce bu platformda bir Erzurum Türküsü olan “Eledim eledim Höllük eledim” türküsünü inceleme konusu yaptık. Bir türkünün aynasında bir ulusun duygu ve düşüncelerine göz attık. Dedik ki bizim bir ıslık gibi dinlediğimiz bir türkünün içinde koskoca bir milletin analarının duyguları, düşünceleri, ilişkileri vardır.

               Türkü söylemek de türkü dinlemek de sıradan bir iş değildir. Söyleyen türkünün içine kendinden bir şeyler eklemeli, dinleyen orada söylenenleri ta yüreğinde hissedebilmelidir. Türkü söylemek sözü ile türkü okumak sözü aynı anlamdadır. Türkü Arap’ın yalellisi değildir. Maval ya da masal hiç değildir. Gerçi türkülerin bir kaynağı vardır. Bu kaynak Burdur’dur, Elazığ’dır, Erzurum’dur ya da Balkanlar’dır. Ama her türkü dalga dalga bütün milleti kavrar ve benliğinin en derin noktalarına kadar işler. Bu etki bazen ülke sınırlarını aşar. Bazen on yıllar, yüz yıllar boyunca sürer. 

               Bizim dört yazı boyunca 2351 sözcükle anlattıklarımızı bir türküyü dinleyen herkes düşünebilir mi? İnanın ben de düşünmüş değildim. Türküye eğildikçe onun içindeki maceramız bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

               Kültür böyle bir şey. Altın, gümüş, uranyum gibi madenlerin hiç biri toprakta saf halde bulunmaz. Tıpkı beyaz ışıkta bütün renklerin ve renk tonlarının saklandığı gibi, her şey biraz da başka bir şeydir. Biz o türküde sesle, sözle birlikte evlat hasretiyle yanmış kavrulmuş bir ana yüreği de bulduk. Bir başka türküde başka ezgiler ve başka sözlerle birlikte bambaşka bir insan hikayesi çıkabilir karşımıza.

               Son zamanlarda türkü öyküleri yazılmaya başlandı. Yazan kişi türküdeki motifleri ne kadar iyi fark etmişse, yazdığı öykü de o kadar can alıcı oluyor. Hangi sanat olursa olsun bize daha güzel bir dünyayı müjdeler. Hangi sanat olursa olsun bizi geliştirir, güzelleştirir, çoğaltır. Kalbimizi yumuşatır. Hıristiyanlık resmi ve heykeli kutsarken bizim dinimiz resmi, heykeli, müziği ve tiyatroyu yadsımıştır. Ama birçok tarikat müziği ve dansı dini değerlerin merkezine koymuştur. Çünkü müzik ve dans insanı arıtır.

               Bizim yöremizde uzun soluklu anlatılar yoktur. Türkü sözleri derinlikten yoksundur. Çoğu insanımız fıkranın bile kafasını gözünü yarmadan anlatamaz. Kim bilir belki de sokakta ağız dolusu sövmeler, en ufak bir anlaşmazlığı kavgaya çevirmeler, sokaklarda ve çevrede olan kirlilikten, gürültüden rahatsız olmayışlar hep bu hayatımızdaki edebiyatın ve sanatın kıtlığındandır.

               Birçok dindarımız Kur’an’ı Arapçasından okumakla, beş vakit camiye gitmekle, vaaz dinlemekle insanın olgunlaşacağına inanır. Elbette insan nasipliyse (yöremizde ‘kursaklı’ denmektedir) uçan kuştan, karıncadan, kelebekten, alıç ağacından hisse kapar ve olgunlaşır. Ama insanı olgunlaştıran asıl şey sanattır. Bir halıda, bir kilimde, güzel dokunmuş bir kumaşta insanı arıtan motifler vardır. Bunları (yani sanatı) üreten de, tüketen de yumuşar, derinleşir, tüm varlıkları kucaklayan bir gönül sahibi olur. Onun için Neşet Usta “Nerede bir türkü söyleyen varsa git yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur” demiştir.

               Bu ulusun her şeyi güzeldir: Ama dikkatlice bakmak (eğilmek) gerekir. 

               SOMSÖZ: TÜRKÜLER, TÜRKLERİN AYNASIDIR.