“Sizi bana sayıyla mı verdiler!”
Her gün mantar gibi bitiyorlar. Biri bırakıyor teli, öbürü alıyor.
Düşe düşe seviye hastane bekçiliğine kadar düştü. Profesörlerini, uzmanlarını konuştura konuştura, sıra, sıradan insanlara geldi dayandı.
Dün buldukları kişi ve ailesi böyleydi. Sağlık çalışanı olarak… diye söze başlayan kişi, hastanede güvenlik görevlisiyim ama uyarılara uymadım… diye timsah gözyaşları döküyor. Yanında eşi, üç buçuk yaşındaki oğlu.
Bu, yeni uydurulan “Sağlık görevlisi” sözü, hekimliği, hemşireliği ayağa düşürdü. Kimse, kendini, nerede olduğunu, kimin konuşması gerektiğini, eğitimin basamaklarını, haddini hududunu bilmiyor!
Hani ünlü bir gülmece vardır. Yaşlı karıkoca yalnız yaşadıkları evlerinde bir akşamüstü muhabbete dalarlar…
“ Bir çocuğumuz olaydı böyle yalnız kalmazdık.” diye başlarlar söze, derin derin iç çekerler: “ Çocuğumuzun da bir çocuğu olurdu. Gelir burada oynardı…”
Diğeri, lafı eşinin ağzından alır: “Bahçede koşardı. Ağaçlara çıkardı…”
Hayal kurmaya devam:
“Ah, bahçedeki kuyu tarafına giderse ya? Kuyunun ağzı açık. Ya içine düşerse…” Kadın daha da hayalperestmiş:
“Koş, efendi koş. Çocuk düştü, kuyuya düştü!” diye bağırmaya başlamaz mı?”
Feryatlarına komşular koşmuşlar.
Ne düşen var, ne öyle bir torun var evde… “Doğmamış bebeğe don biçilmiş, yalnızlık kocamışlarda akıl mı bırakmış, vah vah!” demişler…
Bizde de o hesap. Yeniçağ gazetesi yazarı Arslan Bulut’un son yazılarının birinde çok güzel bir benzetme var. Devlet içinde devlet şeklinde ülkemize yerleşen Dünya Sağlık Örgütüne, “Dünya Sağlığını Bozma Örgütü” diyerek şu bilgiyi vermiş: “ Dünya Sağlığını Bozma Örgütü'nün yeni aşı stratejisine göre, bu yılın sonuna kadar dünya nüfusunun yüzde 40'ı, gelecek yılın ortasına kadar da yüzde 70'inin aşılanması hedefleniyor. Ayrıca ülkelere 11 milyar doz aşı dağıtılması planlanıyor.”
Bu küresel plana yardımcı olanlar, yardımcılarını da kendileri seçiyorlar.
Seçilenleri, üstelik yepyeni bir algı yönlendirmesiyle topluma sunuyorlar.
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler çizgi filmi ne, bu en son buldukları ailenin konuştukları ne? Bunlar arasında nasıl bir ilgi kurulmuş?
Karı kocayı ve Baran adlı küçük oğullarını böyle resimli bir duvarın önünde görünce, konuşma videolarının da bu çizgi film resmiyle açıldığını anlayınca aldı mı beni bir merak?
Topluma bu Disney filmiyle, kirli çamaşırları son on yıldır iyice ortalığa dökülen bu zehirli filmlerden biriyle şu an ne yapmak istiyorlar? Anlatmak istedikleri ne? Bu filmi anımsatmalarının, aileyi bu resim altında konuşturmalarının arkasındaki hinlik ne?
Bekçiden hastane çalışanı kavramı bile çıkardılar. Ateşi olan, kusan çocuğa (Çocuk büyütenler iyi bilirler çocukların karnı da ağrır, ateşlenirler de, kusarlar da… Hastalık, üşütme, grip nezle geçirme olağandır çocuklar için. Düşe kalka, hastalanıp iyileşe büyür çocuklar cam fanus içinde saklanmamışlarsa…) test yaptırılarak o virüsün tanısı konulmuş. Test yaptırmasanız, sıradan bir soğuk algınlığı sayılacak… Geçip gidecek… Ama olur mu? İşi köpürtecekler ki korku dağları aşsın, bir an bile unutulmasın.
Bu işin uzmanları ne diyordu? Daha ilk baştan beri: Kolundan verdiğimiz o sıvı, seni o dedikleri virüsten korumaz, hastalık kapabilirsin, hastalık yayarsın… Bu nedenle maskeyi çıkarma!” Devam ediyorlardı: “Belki, bu tür gribi daha hafif geçirirsin, yoğun bakıma daha az düşersin!”
Bir yararı var mı yok mu, o sıvı gerçekten koruyor mu yoksa bağışıklık sistemimiz baskılanıyor mu? Hâlâ kimse bilmiyor.
Arkalarından denilenler de, bir bir çıkıyor, on aydır o sıvıları özellikle genetik olanını gece gündüz vuruyorlar, soluk almaksızın bu işleme devam ediyorlar, yine de vaka sayıları arttı çığlıkları dillerinden düşmüyor. Kendi dediklerini kendileri yalanlıyorlar.
Bu işlerde akıl mantık aramayın, iş küresel olunca, akıl rafa kalkıyor, itaat, boyun eğme, aklını tutsak ettirme normal sayılıyor.
Yine gelelim çizgi film resmine, duvarı baştanbaşa örten Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler film afişine. Bu duvar resmi, hastaneden bir resim olmalı. Haberde Eşrefpaşa Hastanesi, çocuk hastalıkları uzmanını konuşturduklarına göre, resim ve görüntüler hastanenin çocuk bölümünden veya doktorun odasından.
Hastane İzmir’de. En çağdaş kentlerimizden birinde. Bu çağda, bu iletişim döneminde duvarlarından biri bu çizgi film resimli. Haberciler özenle de arka fonu bu resimle kapatmışlar. Neden?
Biz sömürge ülkesi miyiz? Amerika’nın dünya insanlarını zehirleme, eş cinselliği özendirme, aileyi değersizleştirme, can kıyımlarını, kan akıtmayı normalleştirme, cinselliği küçük yaştaki çocuklara dayatma, cinsellik simgeleriyle onların ruh dünyalarını bozma filmleri bunlar, Disney imparatorluğunun fışkıları… Çocuk romanlarından masallarından konularını alırken Disneyciler, senaryoda istedikleri değişiklikleri yapmışlar, iç bulandırıcı sahneleri, kirli anlamları bu tür çocuk filmlerine eklemişler.
Sahi bizim Keloğlan masallarımıza ne oldu? Bir simge aranıyorsa o simge neden Pamuk Prenses? Bizimle, kültürümüzle ne ilgisi var? Koskoca hastanede çocuklar için başka bir köşe yapılamamış mı?
Disney filmlerini incelemişler. İçlerinden yalnızca beş tanesi az zararlı imiş. Bunların içinde Pamuk Prenses masalı yok. Yedi erkeğe hizmet eden, hepsinin kişisel hizmetlerini gören, filmin başlarında ilk gördüğü erkeğe (prens) güverciniyle öpücük gönderen, prensi utandırarak kıpkırmızı yapan Prenses… Cam tabutta ilk gördüğü kızı (masala göre) öpen Prens. Öpücüğü hayat veren, insanı canlandıran erkek. Vahşileşen cüceler… İntikam…
Masalın konusu bizim kültürümüzden ne kadar uzak. En güzel olma yarışı. En becerikli, en akıllı, en çalışkan, en iyi insan… olma yarışı değil… Güçlü kadın (Üvey ana) kötü, ezik kadın (Prenses) iyi.
Hastanedeki hasta çocuk, bu haberi gören çocuk, kendini yabancı giyimli kuşamlı, yabancı konulu bir masalın kişileriyle, süslü Pamuk Prenses ve haydut kılıklı yedi erkek cüceyle özdeşleştirecek… Ruhu açılacak, iyilik verecek çocuklarımıza bu Disney çizgileri çünkü bizim kendimize has masalımız yok, çocuk kahramanlarımız yok, biz Amerikan tutsağıyız, sömürgeyiz… Böyle mi düşünülmesini istiyorlar?
Sonra çocuk hastalıkları uzmanı hanım, parmak sallıyor küçük çocuğu olanlara haberde: “Acı olan anne babanın aşılarının eksik olması ya da hiç yaptırmaması.”
“Çocuklar en büyük aşısız grup” dediğine göre doktor hanım, çocuklara göz dikilmiş, ne yapıp edip o gen sıvılarını onlara aktaracaklar. Yine, aynı kişi, bir belgeye, bilgiye dayanmayan şu gözlemini (!) hiç çekinmeden verebiliyor:
“Aşının koruyuculuğu ile ilgili birtakım şüpheler oluyor. Ancak, bizim kendi grubumuzda gözlemlediğimiz kadarıyla aşının koruyuculuğu yüksek. Bunu Seçil hanımın durumunda da gördük. Bizim canımızdan bile kıymetli çocuklarımıza aşı olmayarak büyük kötülük yapabiliyoruz. Çünkü kaynağın, genellikle aşısı yetersiz ya da aşısız anne babalar olduğunu gözlemliyorum".
Neymiş? Baran’ın annesi iki doz aşılıymış. Babası olmamışmış. Bu nedenle de küçük çocuğuna bulaştırmışmış. Anne onlara evde bakmış. Baba on gün yatmış. 3-4 kilo da vermiş.
Eskinin avcı hikâyeleri gibi. Atıp tutarlar ya avcılar, nasıl olsa her dediklerine inanılıyor, beğeniyle dinleniyorlar. İşin aslını bilen de yok… Göbekli, en az doksan, yüz kilodan fazla görülen baba için bari kilo verdi yalanını demeseydiniz. Hastanelerdeki bekçilerden medet umacak kadar bilimden uzaklaşmasaydınız… Sıradan insanlara, hiç utanmadan sıkılmadan bir doktor edasıyla topluma sağlık dersi verdirtmeseydiniz…
Karı – koca, karşılıklı almışlar sazı ellerine:
“Maalesef sağlık çalışanı (?) olduğum halde…”
“Ben çünkü kendimden ayrı çocuğumu düşündüm.”
“Aşının koruyucu etkisini gördüm. Bize bulaştı, eşime bulaşmadı.”
“Eşim aşılı değildi. Kaç kere söyledim, gerek annem gerek kardeşlerim söylediler…”
“Herkes aşı olsun bence. Bence koruyor. Belki defalarca atlattım. Hep ayakta durmaya çalıştım…”
“Vücudun dinlenmesi için su ve meyve tüketimi çok önemli oldu bu süreçte.”
“Etrafta aşı olunmaması için dedikodular oluyor. Bunlara kulak asmayın!"
Sınıfta ders veren öğretmenleri bile aşmışlar, “bilge” mertebesine geçmişler…
Pamuk Prensesli odada kendisine mikrofon uzatılan uzman hanım, aileden geri kalır mı?
“ Baba bir şekilde kovidi kapıyor. Çocuklarına, Baran’ımıza da geçiyor.”
“Güzel olan anne aşılı!” Doktor hanım bu arada üç kez de ülkemize dayatılan o malum gen aşısının adını reklam edercesine söylüyor. Dini de bu işe karıştırmadan olmazdı tabii:
“Anne Allahtan ki aşılıydı…”
*
Tüm bunlardan sonra, “Asıl acı olan ne?” diye kendi kendimize sormalı, bir parçacık da olsa oturup düşünmeli miyiz?
Feza Tiryaki, 16 Ekim 2021