Babaları tutmak deyimini bilirsiniz, sakinken, bir anda bağırıp çağırmaya başlayanlara denir, ortada bir neden yokken, bir anda öfkelenenlere bu söz yakıştırılır.

Nasılsa bu Babalar Günü’nde basın yayının babaları tutmuş. Topluma, örnek alınacak, aileyi koruyacak, gençleri duygulandıracak “baba” haberleri yerine sabah sabah en tehlikeli, en çirkin, en gereksiz, en olmayacak haberi bulup gazetelerine koymuşlar.

Konu güncel değil, şu günün konusu değil, sonra öyle bir anda çözülecek iş değil, nedeneyse yüz yıllık geçmişi var bunun Türk Halk Edebiyatı’nda.
Oysa bu gün Babalar Günü. Babalara güzel sözler yazalım.

“Baba senin baban, bu trabzan babası değil.”

“Baba oğlunun fenalığını istemez.” demiş atalarımız. Babanın değerini bileceksin, laf söyletmeyeceksin. “Baba nasihatı tutmayan pişman olur.” Dualarımızda deriz: “Baba canına nur yağsın.” “Babana rahmet olsun.” Özü sözü bir insana ”Baba adam!” denmez mi? Babasına benzeyene, “babasının oğlu,” derler. Başkasının malını yiyene, ”Babanın malı mı zannettin?” diye sorarlar.

En çok şu benzetme güzeldir, babayla büyümenin önemini anlatır, masallarımızda çok geçer:

Anasının avutmadığı, babasının büyütmediği…” Ruh sağlığı bozuk kişilere söylerler bunu, aile sıcaklığı bilmeyenlere…

Ta 2015 yılının konusu (dedikleri kitap o yıl basılmış), sonra da 2017’de dile getirilen bir konu (aynı konuda Mektup Edebiyat dergisi başka bir masal kitabı için uyarı yazmış) niye tam Babalar Günü’nde dile getirilir. Bir sapıklık topluma mal edilerek bu gün haber yapılır. Konu bir masal kitabındaki baba ile ilgili insanlık dışı, ahlak dışı sözler… Yazmaya el varmayacak, utanılacak sözler.

Sonra yine tutmuşlar Adana’dan sözde parkta yatıp kalkan bir babanın haberini vermişler. Baştan sona yalan, kurmaca kokan bir haber. Parkta yatıp kalkma öyle kolay mı, hele de seksen yaşının üstünde olursan? Parkın bekçisi var, oraya giden çoluk çocuk var, orası dağ başında bir orman mı? Tuvaletini oraya buraya yapsın, otların üstünde, olmadı ağaç dalında ev yapsın uyusun. Ya adamcağız azıcık kafayı üşütmüş, oyuna gelmiş ne dediğini bilmemiş, ya da haberciler onu parayla kandırıp yayına almışlar iş olsun torba dolsun örneği utanmadan da sözlerini yayınlamışlar. Çocuklarına lanet okutuyorlar. Topluma, Babalar Günü’nde babalarla ilgili güzel duygular vereceğinize, toplumu eğitip gözeteceğinize… Her iki yönden de toplumu kötületiyorlar. Evlatlar kötü, o masal kitabında da babalar kötü…

“Adana'da 6 evladı kapının önüne koydu parkta yaşıyor.” “Adana’da parkta kalan 81 yaşındaki adam.”

“Adana'da 6 evladı tarafından kolundan tutularak sokağa atılan 81 yaşındaki Fazlı Seçkin'in feryadı, tüm Türkiye'nin yüreğini dağladı...”

Bunu yazanlar, ortalığı saçma haberlerle uyutanlar, siz bir gün dışarıda yatın kalkın bakalım, öyle demesi kolay da, bunu bir canlandırın isterseniz gözünüzde… Olabilir mi?

İşin en üzücü yanı bu tür tuzağa düşenlerden birinin de Yeniçağ gazetesi olması. O masal kitabını başlığına almış. Oysa gazetenin köşe yazarlarından biri (Mehmet Yardımcı) bu güne has ne güzel bir yazı yazmış, yazısının arkasına da bir babaya yazılacak en güzel şiirlerden birini, muharip gazi babasına kendi yazdığı bir şiirini koymuş. Babalar Günü’nün tarihçesini vermiş önce, bu günün tıpkı Anneler Günü gibi Amerikan çıkışlı olduğunu, bu kez (1908’de) bir maden ocağı göçüğüyle ölen 361 erkeğin (babaların) anısına, onları anmak için bir gün olarak seçildiğini anlatmış. Sonra bu gün 1924’te Babalar Günü olarak tavsiye edilmiş, 1966 yılında da Haziran ayının üçüncü pazarı Babalar Günü olarak dünyaca kabul edilmiş. Kimi ülkeler bu günde, kimi de kendilerine göre ayrı günlerde Babalar Günü kutlarlarmış.

Gelelim yeniden kitap konusuna. Yeni görmüşler gibi böyle bir masala çığlık atılmasına, yetkililerin hemen harekete geçirilmesine, bir fincan suda fırtına koparılmasına…

Üstelik bu edepsizliğin babaların anıldığı, saygı ve sevgiyle konuşulduğu dünya gününde yapılması. Aileye saldırı. Babaları gözden düşürmek, aile bağlarının zayıflatılmasından küresel çeteye hizmetten medet ummak. Bilmeyene, şu an sözünü ettiğimiz günün haberi şu:

“Çocuk kitabında 'baba ile kız' arasındaki evlilik meşru gösterildi.”

Sonra açıklamışlar:

“Çocukların okuması için hazırlanan "En Güzel Türk Masalları" isimli çocuk kitabında, baba ve kızı arasındaki evlilik ilişkisi meşru gösterilmeye çalışıldı. Haber Giriş: 20 Haziran 2021, Pazar.”

Bu da o kitabın ilgili sayfasından alıntı, fotoğrafını da koymuşlar sayfanın:

“Çocuk kitabında yer alan hikayede, çocuğu olmayan bir adamın, hocaya gittikten sonra taktığı muskadan sonra çocuğunun olması anlatılıyor.
Kız çocuğu sahibi olan adam, yeniden hocaya gittikten sonra "Hocam, yetiştirdiğin meyveyi önce kendin mi yersin, yoksa başkasına mı yedirirsin" sorusunu soruyor.
Hoca'dan "Evvela kendin yersin" cevabını alan baba, durumu kızına anlatıyor ve "ben hocadan onay aldım" ifadelerini kullanıyor.
Kız ise "Baba hiç öyle şey olur mu, ben senin kızınım, babanın kızıyla evlenmesi olur mu" şeklinde yanıt veriyor.”

*
Dernek atlamış işe:

“HEMPA Çocuk Derneği'ne bir okur tarafından yapılan şikayet sonucu, çocuklar için hazırlanan kitaptaki büyük skandal ortaya çıktı.”

İşin en gülünç yanı da burası, dernek reklamı değilse nedir bu? Önemli olan adından söz ettirmek, adını duyurmak olmalı, böyle bir günde çocukların ruh sağlığını düşünecek değiller ya.

O kitapta, “Sandık” adıyla yer alan bu masalın aslı “Ahu Melek” olarak 1928 yılında derlenmiş. O zamandan bu zamana bu sapık anlatımla yazılmış, okunmuş. Defalarca değişik yayınevlerince basılmış. Büyük bir folklorcu (Boratav) derlemiş yazmış, Zaman Zaman İçinde adlı bir kitabında da bu masalı yayınlamış ya, herkes sus pus ta ilk baştan beri. İsteyen de böyle kıyısından köşesinden çekiştiriyor, konuya muskalar falan ekliyor, daha da çirkinleştiriyor, nasıl kimden derlendiği bilinmeyen bu pis masal girişini, masala kendine göre fantaziler katıp yayınlıyor. Masalın derleyecisinden, alttaki alıntı, bu masalı çok kişi tez konusu olarak incelemiş, kimi yazdığı kitapta (Ailenin Karanlık Yüzü) örnek olarak incelemiş. Aileye saldırmaktan çekinilmemiş.

“Bir padişah, bir karısı, bir de kızları varmış. Karı-koca konuşurlarken, kadın padişaha “Ben öldükten sonra evlenirsen, sandıkta bir pabucum var, o kime uyarsa onu al,” der. Gel zaman git zaman, padişahın karısı ölür. Aradan bir vakit geçer, padişah kızına haber gönderir “Artık beni evlendirin!” diye. Bunun üzerine kız pabucu alır eline, çıkar kız aramaya. Kimin ayağına giydirdiyse pabuç olmaz. Eh sonunda kız artık bıkar, hizmetçilere “Bu nasıl bir pabuçmuş, kimsenin ayağına olmadı, getirin bakayım bir de ben giyeyim,” der. Pabucu giyer, tıpa tıp olur ayağına. Bunu gören halayık “Padişahım, pabuç kimsenin ayağına olmadı, sultan hanımın ayağına oldu,” der. O da tutar müftüye bir mektup yazar “Bahçemde bir elma ağacı dikmiştim, bir tek elma vermiş. Ben mi yiyeyim, halka mı yedireyim?” diye sorar. Müftüden “Niçin tek elmayı halka yedireceksin? Kendin ye,” diye cevap gelir. Padişah, bunun üzerine tutar hazinenin anahtarını kızına gönderir. “Kızım çeyizlerini tedarik et, ben seni alacağım,” diye haber gönderir... (“Ahu Melek” masalı, *Pertev Naili Boratav, 2009 -alıntı özet-)”

Bunca yıl, o kadar edebiyatçı, masalcı, çocuk yazarı susarsa, bu masalı tez konusu olarak alanlar ses çıkarmazlarsa, bu sapık bölümü görmezden gelirler, yalnızca masalı överlerse, biri biri çıkıp bu masalın başı, bu sapık ifadeler nasıl araya karışmış, böyle bir şey çocuklara anlatılamaz demezlerse, olacağı budur. Sonunda en pespeyane şekilde yazar olmayan sıradan kişilerin elinden türlü çeşitli anlatımla çıkar, yayınlanır ve de tutarlar babalar gününde, yeni duyulmuş gibi, bu nasıl skandal diye konuyu ortaya atarlar.

Kimi bilim adına Freund’un aşıladığı saçmalara inanır, bu masal girişini tutar bilimsel örnek olarak inceler. Entel dantellerimiz tükenmez, bilgiçlik taslayanlarımız ise hiç bitmez…

Boratav demiş ki;

“Halk masalının, sözlü gelenekte eriştiği bir üslup, dil ve ifade olgunluğu vardır. Onun için, usta masalcıdan yazılan bir masalı, ona hiç dokunmadan yayımlamak en iyi yoldur.”

Masal kitabımda (Elma Attım Pınara) ben dokundum bu masalın içeriğine. (Kitabımda yeniden yazdığım her geleneksel masala dokundum, çocukları düşünerek gereken yerleri değiştirdim.) Oradaki aile içi saldırıyı, sapıklığı ancak şöyle düzeltmiştim:

“… Karısı ölünce yaşlı padişah çok beklememiş; aradan kısa bir süre geçince hemen evlenmeye kalkmış.
İncili pabucu bulup sandıktan çıkarmışlar. Padişahın adamları kapı kapı dolaşıp bütün kızların ayağında denemişler. Pabuç kimsenin ayağına olmamış.
Bu padişahın bir de üvey kızı varmış. Sarayda dadısıyla birlikte bir odada yaşarmış. Kız, merak bu ya, niye kimselere olmadı bu pabuç diye pabucu denemeye kalkmış. Aman aman, pabuç ayağına şıp diye uymaz mı?
Bunu bir Arap halayık, kapı aralığından görmüş. Yememiş içmemiş padişaha haber vermiş:
“Padişahım, pabuç üvey kızınız Melek Sultan’a uydu. Ayağına tam geldi. Benden haber vermesi…” demiş.
Bunun üzerine padişah haber göndermiş: “Sultan Kız’a söyleyin çeyizini hazırlasın, onunla evleneceğim.”
Melek Sultan bunu duyunca karaları bağlamış. Padişahın yaşına mı yansın, yıllardır onu baba gibi yakın bilmesine mi? Neye yanacağını bilememiş.”
Masalın sonrası kızın bir sandık yaptırtıp içine saklanarak sandığı denize attırmasıyla sürüyor… Bir daha bu hastalıklı baba konusu geçmiyor.

Bizdeki büyük büyük adların yazdığı masallarda sapıkça düşünceler bununla sınırlı değil ki. Çocuklarını yemek isteyen babalar, karısının etini yiyen kocalar… Tahsin Yücel’in böyle konulu masalı (Üç Pınar), yazarın diğer masallarının arasına gizlenerek kim bilir kaçıncı baskısını yaptı, kimse rahatsız olmadı ki kötü örnek, yamyamlık bu diye ne toplatılmaya, ne yasaklanmaya kalkışıldı.

HEMPA derneğinin haberinde ise kızıyla evlenmek isteyen bu yeni yazım “baba” kitabı toplatılmış, kitabının yeniden basımı yasaklanmış.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu denmez mi bu duruma? Dostlar işbaşında görsünler…

Dişinin dokunabileceği kişiye saldır, topluma saldır, hem de babalar günü deme saldır, asıl bataklığa tek söz etme, aynı konulu masal kitabı (Zaman Zaman İçinde), hiç eleştirilmeden örnek gibi öyle en üst raflarda dursun…

Aileye her fırsatta saldırılıyor.

Bu kadar hücuma kale dayanmaz.

Feza Tiryaki, 20 Haziran 2021
*Pertev Naili Boratav (1907 – 1998) Türk halkbilimcisi, halk edebiyatı ve folklor araştırmacısı.

İlgilenene ek bilgi: “Elma Attım Pınara” masal kitabımda bu masalın eleştirisi şöyle:
“Bu masal “Ahu Melek” adıyla derlenmiş (Zaman Zaman İçinde). Dünya masallarıyla, efsaneleriyle (söylence) ortak yönleri olan bir masal. Külkedisi masalını anımsatıyor bir yanı, masalda, aranan kızı bulmak için ayağa uyan pabuç öyküsü var. Söylencelerde, zalim padişahtan korumak için yeni doğan bebeği sepetle denize atarlar, burada ise, sandıkla, kendi isteğiyle, sandığa giren bir kız denize atılıyor. Derlemede pabuç, padişahın öz kızının ayağına uyuyor, padişah yine de kızıyla evlenmek istiyor. Masalın sonu da biraz gariptir. Çoban kılığına giren kızı tanımayan, onu erkek sanan şehzade, çobandan hoşlanıp onu sarayına götürür. Aynı yatakta yatarlar. “Bir yanda nişanlısı, bir yanda çoban yatarlarken…” diye anlatılıyor “Zaman Zaman İçinde”de masalın bu bölümü. Bu törelere uymayan özellikler masala nasıl karışmış, masalın diğer anlatımları nasılmış araştırmaya değer… Şimdi gelin de bu masalın çoğu yerini değiştirmeyin!”