“Bu hafta kutladığımız “Tıp Bayramı” da, tıpkı, “Öğretmenler günü,” “Çocuk Bayramı”... gibi bize özgü bir bayramdır. Ulusal günlerimizle ilişkilidir bizim bu günlerimiz. Türk’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait günlerdir.

Dünya bu bayramları başka günlerde kutlar. Bizdeki 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün, yüce önderimizle, Türk yazı diliyle ilgili bu kutlu günün, onlarda anlamı başkadır, bizdeki anlamı başka. Hem onlarınki ekim ayındadır. Bizde, Kurtuluş Savaşı’nı yöneten Meclis’in açılması, “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adıyla kutlanır. O kutlu gün, aynı zamanda çocuklara Atatürk’ten armağandır, Çocuk Bayramı’dır. Dünya çocuklarının çocuk günü, “Dünya Çocuk Günü” adıyla haziranda. Dünyada, kasım ayında, “Çocuk Hakları Günü” adıyla bir gün daha var.

19 Mayıs 1919’un, Kurtuluş Savaşı’na başlama tarihinin kutlanması, “19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı”dır. Yine dünyada kutlanan spor bayramları başka başka günlerdedir.

14 Mart Tıp Bayramı’nın öyküsünü bilmeyen yoktur:

“Yüz üç yıl” öncesinin İngiliz ve yandaşlarının işgali ile başlayan acı günlerimiz, yakın tarihimiz…

İstanbul işgal altındayken (13 Kasım 1918’de başlar işgal, 1920’de de İstanbul resmen işgal edilir.), tıp öğrencilerinin altı ay sonra, okullarının kuruluş gününde (14 Mart 1919) işgale başkaldırışları, “Tıbbiyeli Hikmet”in (Hikmet Boran) önderliğindeki direnişleri... Atatürk’ün o günlerden söz eden Nutuk’taki konuşmaları...”

Bunlar, geçmişte, köşemde yazdığım bir yazıdan kısa kısa bölümler…

İki yıl önceki 14 Mart Tıp Bayramı etkinliklerinde bir profesör hanım, o günleri anlatmıştı, bir doktorun ağzından bunları dinlemek önemlidir deyip, yazmıştım:

*
“Prof. Dr. Nuran Yıldırım, konuşmasında önce günün tarihinden kesitler verdi:

“Mütareke döneminde, 13 Kasım 1918’de, tıp öğrencileri, okullarından, savaşın galibi ittifak devletleri donanmasının İstanbul Boğazı’ndan geçişini izlemek zorunda kalıyorlar. İngiliz askerleri okulun büyük bölümüne yerleşiyorlar. Tıbbiyeliler bu durumu içlerine sindiremiyorlar, bir şey yapmak lazım diyorlar.”

Sonra sözü, Tıbbiyelilerin 14 Mart 1919’daki toplantısına getirerek devam etmişti:

“Bu toplantıya öğrencilerin yanı sıra İstanbul Tıp Fakültesi’nin bütün hocalarını ve ayrıca İngiliz, Fransız, Amerikan Kızılhaç temsilcilerini davet ediyorlar. Toplantıda memleket savunmasının okuldan önce geldiğini vurgulayan konuşmalar yapılıyor. Memduh Necdet Bey adında bir son sınıf öğrencisi ise yaptığı konuşmasını şu sözlerle noktalıyor: ‘İtiraf ediyoruz ki vatan ve onun kalbi, beyni olan İstanbul bu dakikada korkunç bir buhran geçiriyor, ama korkmuyoruz, buradayız, burada kalacağız. İstanbul bizimdir.”

Son sözü şöyleydi Nuran Yıldırım’ın:

Yüz sene önce tıp öğrencileri bu mücadelenin meşalesini yaktılar, onların ışığı hepimizin yolunu aydınlatsın.”

*
Yine aynı yazıda şunu da ben sormuştum:

“Sonra aklımıza takılan bir soru daha var, bu soru hep var;
Türk Tabipler Birliği (TTB) ile bölücülüğün ilişkisi. Ulus devlet düşmanlarıyla, ülkemizde gözü olan dış güçlerin maşalarıyla nasıl bir yakınlıkları var bu Cumhuriyet aydınlarının? Okumalarını, bilim insanı olmalarını borçlu oldukları yüce Atatürk’ün ilkelerine, kanla irfanla kurulmuş Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı nasıl tavır alabilirler? Gazeteleri tarayın, bu meslek odasının yöneticileri, her zaman bölücüyü savunmuşlar. İnsan hakkı deyince, bölücüyü, vatanını bölmek isteyeni, kanlı çete PKK yandaşlarını savunmayı anlamışlar, hainleri korumuşlar.

Bu da kocaman bir soru olarak kalsın, belki bilenler söylerler neden biz böyleyiz? Aydınımıza bölücülük virüsü nasıl bulaşmış, kimler, ne zaman bulaştırmış, neden?”

*
Biliyorsunuz bu kuruma (TBB) yine ünlü bir bölücü söylemli bayan, yenice başkan olarak seçildi. DSÖ’nün (Dünya Sağlık Örgütü) her dediğine, doğru mu değil mi, burası küresel bir siyaset merkezi değil mi, nedir ne değildir demeden, hiç incelemeden yapışıyorlar, korkudan korkutulan insanımıza yardımcı olacaklarına, halka daha fazla korku aşılıyorlar.

İki gün önce, 12 Mart (1921) İstiklal Marşı’nın kabul gününde (Ne rastlantı ama(!) Danıştay’dan iki yeni karar çıktı, yayınlandı:

Buna göre “Andımız” yasaklandı. Madalyalardan, Devlet nişanlarından Atatürk rölyefi (kabartması) kaldırıldı.

Haberi Av. Erdem Akyüz şöyle duyurdu:

“Bugün Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (DİDK) aldığı bir kararla, önceki kararları kaldırarak, Andımız’ın ve Atatürk rölyefinin kaldırılması yolunda karar vermiştir. Yazıklar olsun! Andımız ve Atatürk rölyefi kaldırıldı!”

İşgal hep topla tüfekle olmaz. Şu an algımız işgal edilmiyor mu? Kim doğru düşünebiliyor?

TV’lerdeki ahlaksız diziler neden yasaklanmıyor? Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı konulu diziler yerine neden hiç ara verilmeksizin eski tarihimizden, padişahlık dönemlerinin konularına, devlet kuruluşlarına dair film çekiliyor? Askerin yerini neden polis alıyor yeni TRT dizilerinde? Ahlaksız sabah yayınları, “Esra Erol’da” benzeri yayınlar, utanmaz insanların, yüzsüzlerin çıkarıldığı, konuşturulduğu, aileye kurşun sıkan yayınlar neden kaldırılmıyor? Ne yapılmak isteniyor?

Uzaktan eğitim; bilgisayarı, tableti, cep telefonlarını öne çıkardı. Neredeyse bebeler de bunları kullanacaklar. O çocukların aldığı ışın, kablosuz ağlardan alınan radyasyon, gelecekte onların başlarına gelecek olası olumsuzluklar, hastalıklar… Sanallığın, görüntülü öğrenmenin, gerçeklerden kopmanın, yalnız kalmanın, arkadaşsızlığın, hele hele, gereksiz - sağlıksız olduğu biline biline, çocukların ağzına bağlatılan o bezlerin, çocukların ruh sağlıklarına, geleceklerine etkisi… bunları neden açıklamıyor doktorlarımız, neden uyarmıyorlar toplumu?

Bu kutlu bayramlarında tıpçılarımıza, Atatürk’ün çocuklarına, düşman işgalinin ilk direnişçilerine, ne çok iş düşüyor!

Feza Tiryaki, 14 Mart 2021