24 Nisan’da Salur köyüne gittim. Göksu’nun çıktığı yere indim. Burada 34 yıldır yaşamama rağmen Göksu’yun gözünü görmemiştim.

Su kaynaktan çıkar çıkmaz kocaman bir dere oluveriyor. Pırıl pırıl su. Döne döne gidiyor.

Suyun gözünde iki tane bina var. O binaların içinde de kocaman iki elektrik motoru. Motorlardan biri battal olmuş. Binaların kapısı bacası açık. Motorların ikisi de hiçbir işe yaramaz halde duruyor. Binaları da böyle giderse bir süre sonra göçer.

Köylerimizdeki okulların önemli bir kısmı da aynı biçimde metruk. Kimisi camını kırar kimisi çerçevesini. Hâlbuki başını sokacak yeri olmayan birçok insan var. Onları en azından yakın okul binalarına yerleştirsek hem bina korunur, hem de bir gariban.

Ama yok, biz böyle devletin varlıklarının üstüne çökeriz, ne onları korumak aklımıza gelir ne de işletmek.

Bunun adı kaynak israfıdır. Çayiçi, Yenikışla, İncirağacı, Karabük, Kırkdirek, Çayağzı, Ballık, Bunlar şurada iki adım ötede bulunan okullar ve dökülüyor. Daha ne Çaltı’yı saydık, ne Çayır’ı… Bir zamanlar Gödene’de beş sınıflı okul vardı. Beri yanda Güzle’de, Kuzca’nın Keles ve Kürce mahallelerinde… Öte yandan devlet Karabük ile Alakır barajı arasında Alakır’ı geçmek için adam gibi bir köprü atamıyor. Yatırımlar da kaldırımlar da körlemesine.

Geçenlerde Belen köyüne gittim. Okulun kapısı bacası açık. İçinde biraz bir şeyler var. Ama çatısı dökülmüş. Bahçesini ot bürümüş. Badem ağaçlarının sahibi yok.

Bizde israf bol demiştik ya. Devletin malının sahibi yok. Yeni Milli Eğitim müdürümüz inşallah bu okullara bir el atar da o okul binaları da nefes almaya başlar.

İsraf bir yana o okullar birçok insanın hatırasını taşıyor. Okulların kendi kaderine bırakılması biraz da o insanların anılarına saygısızlık oluyor. Tabii iş sadece milli eğitimin değil. Muhtarlar da devletin temsilcisi kaymakamlık da bu işin sahibidir.

SOMSÖZ: İNSAF DİNİN HEPİSİDİR.