"Çanakkale Zaferi" ile ilgili bir yalanın belgeli açıklaması:
Her 18 Mart’ta papağan gibi yinelenen, işgalci Anzak askerine denildiği söylenen, "Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar… “ diye başlayan o artık herkese ezberletilen sözler doğru değildir.
O sözleri Atatürk dememiştir. Sonradan uydurulmuştur.
 “Masal masal matitas… Çukura düşmüş çıkamaz!
"Diyelim ki, bu sözü, Atatürk dedi. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya dedirtti. Burada da iki tarih çıkıyor. Biri, bu sözleri Atatürk dedi diyenlerin dediği tarih, 1934, diğeri bu sözlerin yalan olduğunu kanıtlayanların dediği tarih 1931.”
Ne yalan diyeyim, bu sözleri ilk duyduğumda bana olabilir gibi gelmişti. Şöyle: 1934 yılı, İkinci Dünya Savaşı’nın kıvılcımlarının az çok belirdiği yıllar. Yüce önderimiz Atatürk, yayılmacı ruhlu Batı’ya, Batı’nın paralı askerlerine bu sözlerle, yenmiş, yeni bir devlet kurmuş kumandan olarak, ders vermek, insanlığı öğretmek, onların zavallılığını dolaylı yoldan belirtmek, ülkemizin gücünü duyurmak için söyletmiş olabilirdi.
Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!” diye başlamasını bu söylevin, böyle düşünüldüğünde yadırgamayız.
Anzaklar ve Atatürk” başlıklı bir okuma parçası olarak bu konu, Almanya’da basılan Türk çocuklarına okutulan Sekizinci sınıf Türkçe ders kitabına (1984 basımı) konmuştu.
Kitaba yalan yazı konacağını düşümüzde görsek inanmazdık o zamanlar…
Uluğ İğdemir (1901- 1994), Türk Tarih kurumu Genel Müdürü sanıyla yazmış bu konuyu, kitabında mı bir makalede mi bilmiyorum, belirtilmemiş.
O zamanlar bu konu pek önemli değildi. En nihayet Atatürk’ün insancıllığı der geçilirdi. Sonra bunun, her yıl, her anmada, her yerde, her durumda, hele hele Çanakkale’de her 25 Nisan’da bayrak çeken, şafak ayinleriyle katil atalarını anmaya gelenlerin önünde yöneticilerimiz tarafından söylendiğini gördükçe, içimize ilk şüpheler girdi. Bir de, bu sözlerin, saldırganların yurtlarında diktikleri anıtlara yazıldığını duyunca içiniz istemeden yanıyor. Atatürk düşmanlarının, vatan satanların, Cumhuriyet karşıtlarının temcit pilavı gibi ortaya sürmeleri bu sözleri, gözümüzü açmış olmalı.
Çok şükür, durum böyle değilmiş. Bu söylev, uydurulmuş. Böyle böyle söylendi diye, yıllar sonra istek üzerine onaylanan sözlerin bazı yerlerini de, Anzaklar özellikle değiştirmişler. Bizim elçilikten de, o dönemde (1980 sonrası) değiştirilen sözlerin anıtlara yazılmasına ses çıkmamış. Tam tersi desteklenmişler.
Atatürk’ün İçişleri Bakanı'nın gerçek söylevinde, Anzaklara, düşman cephesi, düşman güçleri denmiş, Mehmetçikler ise vatanını savunan kahramanlar olarak anılmıştır.
Kemalyeri’nde, Şükrü Kaya’nın dediklerini (25 Ağustos 1931) o günkü gazeteler yazmış. Şehitlerimize şöyle seslenilmiş:
Vatanın müdafaası için burada aziz kanlarını döken Türk çocuklarına ebedi minnetler.
Uluğ İğdemir, şimdi anlıyoruz ki, yazısında mış mışlı bir masal anlatıyor. 1977 yılına kadar bu konuda ses yok. O tarihte Lüleburgazlı bir ilkokul öğretmeninin Türk Tarih Kurumu’na başvurmasıyla olay başlatılıyor. Öğretmen, Anafartalar Ovası’nda resim çekerken, orada, yaşlı bir Anzak’la karşılaşıyor. Bu adam 1915’te, Çanakkale’de, ağır makineli kullanan bir yüzbaşı olarak Türk askerine karşı savaşmış. Düşünün kim bilir kaç Mehmetçiği öldürmüştür… Yıllar sonra, yurdumuza savaştığı yerleri görmek için serbestçe geliyor. Bir de, gezerken tanıştığı öğretmenden, kendilerine söylenmiş varsayılan sözleri duyuyor. Bu sözleri not alıyor. Memleketine gidince de Gelibolu Çeşmeleri Onur Kurulu başkanına durumu anlatıyor. Bu başkan da, Türk Tarih Kurumu’na, bu sözleri yaptıracağımız anıta yazacağız, doğruluğunu resmi olarak belirtiniz diyor. Gelibolu’ya adadıkları anıt çeşmesine bunu koyacaklar.
Uluğ İldemir bunun devamını şöyle anlatıyor: “ Konuyu araştırdık. Ulus gazetesini taradık, bir şey bulamadık. Yalnız Şükrü Kaya’nın 1934’te Çanakkale ziyaretinin haberini bulduk. Bu sözlerin, Atatürk’ün yazdığı biçimde Şükrü Kaya tarafından Çanakkale’de söylendiği ortaya çıktı.”
Uluğ İldemir, bundan sonra söylendiği iddia edilen o sözleri yazıyor;

“Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana koyun koyunasınız... Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı siliniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Masal sürüyor:
Mehmetçik abidesi başında söylenen bu sözleri not eden birkaç yabancı gazeteci de varmış orada. Onlar, bu sözleri gazetelerine bildiriyorlar. Bu nutuk bütün dünyaya yayılıyor.
Şimdi, bunları anlatan Uluğ İldemir’e, yaşasaydı, sorulmaz mıydı: “Madem bu sözler, 1934 yılında tüm dünyaya yayılmışmış. Neydi o Lüleburgazlı ilkokul öğretmeni öyküsü? 1977 yılından kalma haber. Kimsenin bilmediğini bu öğretmen nasıl biliyormuş? Savaştığı, Türk’ün kanını döktüğü topraklara gezmek için gelen yaşlı Anzak, bu Anzak’ın derneği, ülkesinin siyasileri, neye o güne kadar bunu duymamışmış? Bu durumu Türk Tarih Kurumu Başkanı bilmez mi? Bilmiyor, soruyor, aratıyor. Türk kamuoyu neden bundan habersizmiş? Üstüne üstlük, yalan yanlış bilgileri onaylamış. Hem de Anzakların bu sözleri bile değiştirmesine engel olamamış, karşı çıkamamış.”
Bir ilkokul öğretmeni aracılığıyla Atatürk’ün söylemediği sözler söylenmiş sayılıyor; kaç anıta kazınıyor, Avustralya’da, yeni Zelanda’da. O dönemin Türk Tarih Kurumu başkanı bu söylevin, ne zaman okunduğunu, haberin tam metninin hangi gazetede çıktığını bile bilmiyor. Yanlış bilgiler veriyor. Gülünçlükten öte bir durum iyice düşünürsek…
Söylevi, yani gerçek haberi, Büyük Taarruz’un yıldönümünde (25 Ağustos 1931) Hakimiyet-i Milliye gazetesi tam metin olarak yayınlamış. Konuşan Şükrü Kaya. Gelibolu, Kemalyeri’nde konuşuyor. Kendi adına söylüyor dediklerini. Burada Atatürk’ten şöyle söz ediyor:
“(…)Türk'ün büyük ve sevgili evladı Mustafa Kemal o gece çok uğraştıktan ve her hangi bir fatihin kolaylıkla karşı duramayacağı felaket işaret eden vaziyetleri yendikten sonra karanlık bir gecenin sabahında kendisini bu noktada gördü ve bu noktanın yüksek Türk taliini (talih) kurtaracak mevki olduğuna karar vererek burada kaldı.”
Bir bölümünü daha okuyalım. Sonra düşünelim. O yaydıkları sözlerle, İçişleri Bakanı’nın kendi adına söylediklerinin bir benzerliği var mı? Bu denilenlerde de anlaşılmaz yerler var. Atatürk kendi sözlerini başkasına dedirtse, kendi adıyla söyletmez miydi hem? Bu durumu daha sonra açıklamaz mıydı?
“Bu büyük kahramanlar için henüz bir abide dikilmediğini görüyorum. Bundan fazla müteessir olmak istemem. Biliyoruz ki, bu aziz kahramanların kurdukları ve korudukları “yıkılmaz Türk vatanı” onların hatıralarını daima taziz ettirecek(sevgi ile anma, kutlu kılma) ifade ve manzarası cihanşümul (Dünyayı kapsayan, dünya çapında), en yüksek bir abidedir.
Karşıda da bizimle harp etmiş insanların mezarlarını ve abidelerini görüyoruz. Orada yatanları da takdir ederiz. Medeniyet tarihi yarın karşı karşıya yatanlardan hangisinin fedakârlığını daha haklı ve daha insani bulacak ve daha ziyade takdir edecektir. Tecavüz etmiş olanların abidelerini mi, yoksa vatanını müdafaa eden kahramanların hâlâ el uzatılmamış mukaddes taş ve toprak halinde bırakılmış olan bu izleri, bu kahraman izlerini mi? Kat’i hükmü medeni beşeriyetin insani takdirine emniyetle bırakabiliriz. Yalnız şunu tespit etmek isterim ki, biz Türkler mazinin her türlü manasız, mantıksız, girift eziyetlerini unutarak yeni bir hayat yarattığımıza kaniyiz (eminiz).”
Meraklısı, bilgi ağından tarihçi Cengiz Özakıncı’nın konuyla ilgili yazılarını bulup okuyabilir…
Şimdi işin en gülünç yanına geldik.
Günümüzde, Çanakkale Savaşlarının yüzüncü yıldönümünde, bu durum (söylenen yalan), ortaya çıkarılmış. Bilen bilmeyene söylüyor. Yine de hiçbir şey değişmiyor. Değişmeyecek gibi de görünüyor.
Ne, o yabancı ülkelerdeki anıtlara devlet katında bir uyarı, kaldırın bu uydurulmuş sözleri diyen bir buyruk duyduk, ne de devlet katından topluma bir açıklama yapıldı. Yapılacağını da sanmıyoruz…
Bu yalan sözleri, yalan olduğu ispatlanan sözleri, iyice belli oldu artık, Anzakların yüzlerine her yıl törenlerde, töreni düzenleyenler, bir kez daha okuyacaklar, okutacaklar… Bilen bilmeyen bu yalanı yayacak… Yalana inanılmaya devam edilecek…
“Yalandan kim ölmüş…”

Feza Tiryaki