DOĞA ÇAĞIRIYOR

Abone Ol

Doğa insanı çağırır mı? Çağırır. Her mevsimde çağırır. Birçok kişi bu sesleri duymaz. Onlar kendi içlerine kapanmışlardır ve gözleri kendilerinden başka hiçbir şeyi görmez. Hele salgın ile evlerine kapanmış ve yüzlerini teknolojik aletlerine dönmüş kişiler, değil doğanın çağrısına, yanı başlarındaki eşlerinin çağrısına bile kulaklarını tıkamakta.

Hâlbuki insan her şeyden önce doğal bir varlıktır. Onu doğadan ve öteki insanlardan koparmak, hangi gerekçe ile olursa olsun, mutsuz eder. Diyeceksiniz ki mutlular. Ben de diyeceğim ki yanlış giden bir şey var.

Bugün TRT Belgesel kanalında “Arı Orkideleri” adlı bir film izledim. Film Türk yapımı ve İzmir Karaburun’da çekilmiş. Baharın deli zamanında. Filmin konusu arı orkideleri olmakla birlikte her türlü çiçek var. Metin de harika.

Kentlerimiz maalesef birer taş yığını. İnsanlarımızın yüzde 90’ı da taş. Toprak olsa bir şey ekeriz biter. Bunlarda değil çiçek, pıtrak bile bitmez. Duvara koysak patlatıp çıkar.

Tabii bizim sözümüz o yüzde 90’a değil, yüzde 10’a. Başlığımız da onlara bir çağrı. Bugün Karar’dan Ömer Erdem’in ıtır için yazdığı bir yazıyı da okuyunca artık içimden “DOĞA BİZİ ÇAĞIRIYOR!” diye haykırmak geldi. Nasıl dindarlar ramazan ayını heyecanla bekliyorlarsa doğaseverler de baharı öyle bekler. Beklemeliler. Çünkü beklediklerine değer. Değer, ramazan orucu tutanlar, kandili bekleyenler, fitresini verenler, teravihini kılanlar nasıl günahları affedilip dosdoğru cennetin yolunu tutacaklarsa, baharı bekleyenler de (eğer yeterince farkında olurlarsa) cennetin yolunu tutacaklar.

Ben sadece bahar aylarını değil bütün mevsimleri severim. Ama çiçeklerle, böceklerle, Akdeniz’in çeşitli kokulu ot ve çalılarıyla çığlık çığlığa gelen baharının da ayrı bir lezzeti var. İnsan bunların tadına vara vara, rengini görüp kokusunu içine çeke çeke hiç olmazsa birkaç kez yaşamalıdır.

Balkonlarda saksılara kurulmuş, gelene geçene el eden çiçekler olduğu gibi yol kıyısında da geçenleri çağıran çalılar vardır. Sırf onları görmek için bugün kenti gören bir tepeye kadar gittim. Hepsinin de henüz kulakları seste. Orhan Veli’nin “Bir tren sesi duymayagöreyim/ İki gözüm iki çeşme” dediği gibi onlar da baharın geldiğini duyar duymaz çiçeklerini saçacaklar.

Bizim sahilde baharı ilk önce azgan çalıları fark eder. Ok gibi dikenleri olan bu halis çalılar baharın kokusunu on gün önceden alır ve altın sarısı çiçeklerle donanır. Sonra pürenler ve yaban ağaçlarının tümü sökün eder. Alıçlar, erikler, armutlar, tespihler... Bu arada otları unutmamak gerek. Tarlalarda gelincikler, papatyalar, laleler, bahçelere yakın yerlerde nergizler, menekşeler ve adını bilmediğimiz bissürü çiçek. Bahçe ağaçları da bu koroya katılmakta gecikmez: Önce sahil meyvesi olan portakal, limon, mandalina sonra badem, elma, armut, üzüm...

Bu çığlık deniz kıyısından başlar, yavaş yavaş yukarılara tırmanır. Sanırsınız bahar denizden karaya, oradan da yaylalara doğru acele etmeden, tadını çıkara çıkara gider. Yaylaların da kendilerine özgü çiçekleri vardır: Kardelenler, çiğdemler ve dağ laleleri... Hepsi bizi çağırmakta.

Doğa öyle zengin bir dünya ki sadece çiçekler değil, otların da her birinin bir kişiliği, bir öyküsü var. Kimi her derde devadır, kiminin kokusu öyle güzeldir ki hiçbir parfüm onunla yarışamaz. Kimi de sıcak sıcak bakar insana. Alçakgönüllüdür, dosttur. Kimi çocuk gibidir, doğada gezerken bir bakarsınız bir kayanın yüzüne tutunmuş, sizi çağırmaktadır. Yaşama sevinci ile, rüzgarda sallanışı ile sizi kendine çeker.

Kumluca’da doğa her mevsim sunacak bir şey bulur. Onlar yol kıyısındadır ve sanki bize ikram edilmektedir. Portakal ve mandalina ekim ayında görücüye çıkar ve ta nisan ayının sonuna kadar yoldan geçenlere el eder. O bitince muşmulalar, onlar da bitince erikler ve kaysılar boy gösterir. Dutlar, üzümler ve incirler... Çeşit çeşit, renk renk yapraklar, çiçekler, meyveler... Çeşit çeşit gıdalar, lezzetler, kokular....

Böceklerden, kelebeklerden, kuşlardan söz ettik mi? Etmedik. Dağların özgür çocukları olan yılkılardan, ceylanlardan? Yooo... Etmedik. Etmeyeceğiz de. Onları da siz bulun!

Aslında ben yazdan ve sombahardan da söz edecektim. Çünkü yaza doğru bütün ağaçlar çiçekten meyveye döner ve bu sefer de Ziya Osman Saba’nın dediği gibi “Gölgemizde oturun! Yemişlerimizden buyurun!” demeye başlar.

Meyveleri tatları, renkleri, kokuları ve üstlerindeki desenlerin farkına vararak sevmeyenler zaten kör, sağır ve dilsiz olmalıdır. Ya da...

SOMSÖZ: YA DA KAZMA!... ONLARA SÖZÜMÜZ YOK! KİMSENİN...

{ "vars": { "account": "G-D88DGY52YP" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }