Üç gün önce Kemal Sunal'ın ölüm yıldönümüydü. 2014 yılında yazdığım bu yazıyla masallarımızın "Keloğlanı"nı bir kez daha analım mı?
*
Eşek Oğlu Eşek

Eşek Oğlu Eşek
“Eş’oğlu eşek” (eşekoğlueşek) bizim küfrümüzdür, bu sözün çevirisi, karşılığı yabancı dillerde yok.
Her ulusun sevdiği, küfür saydığı hayvanlar ayrı ayrı.
Biz niye eşeği aşağılamışız üstünde düşünmek gerek. Eşek, her işe koşan, tatlı tatlı iri kara gözleriyle gözümüze bakan, dik başlı, inatçı olduğu söylenen bir binek hayvanı. Köylünün başyardımcısı. Nasrettin Hoca’yla anılan, aptalca sevimliliğin simgesi bir hayvan. “Eşek gibi çalışma,” boğaz tokluğuna işe koşmadır. “Eşek sudan gelene kadar dövme,” aradaki sürenin uzunluğunu anlatan, eşeğin boş vermişliğine, tatlı serseriliğine dokundurma deyimi. Karşımızdakine eşek desek neyse, eşeğin oğlu deriz böyle derken. Eşeğin oğlu olmak, eşeklikten daha beter sayılır. Soya sopa çekişe bir gönderme, karşındakini yererken asıl suçun, suçladığının babasında, atasında olduğunu bilmenin verdiği bir bilgelik de vardır bu sözde. “Eşek oğlu eşek! Senden ne beklenir! Seni adamdan sayanda suç! Suç bende!” demektir bu sözün asıl anlamı. Kendine, akılsızlığına, düşüncesizliğine sövmedir.
“Eşek gibi” sözü, aptala, aptallığa denir. Saf, temiz, iyi niyetli kişiye. “Eşek gibi, oturmuş bakıyor. ” Aklı, anlayışı kıt birinin duruşunun tanımıdır. “ Eşek gibi anırıyor,” sesi çirkine bir gönderme. “Eşek kadar olmuş,” kendi büyüyen, aklı çocuksu insana yapılan benzetmedir. “ Eşeğe cilve yap denmiş, çifte atmış.” Bu söz, aptal dostun dost kazığını anlatır. “Eşeğe altın semer vursalar, eşek yine eşektir,” aptallığın, basitliğin, bilgisizliğin, giyim kuşamla, görevin yüksekliğiyle, servetle gizlenemeyeceğini anlatır. Bunu , “Adam adamdır, olmasa da pulu, eşek eşektir atlastan olsa çulu,” sözüyle de anlatırız. Duygusuz insanın, utanmayanın yüzü, “eşek derisi gibi” olur. Eşek üzerine en güzel atasözümüz budur:
“Eşek bile bir düştüğü yere (çukura), bir daha düşmez.”
Durmadan, akıllanmadan haine, yalancıya, dolandırıcıya kanana, aynı oyuna defalarca düşene böyle denir. Bu söz de eşeğe övgüdür. Deve gibi büyük ve gösterişli olup da kendini yönetemeyen akılsızlara yergidir:
“Deve büyüktür ama beşini bir eşek yeder ( güder, yürütür).
“Baş ol da isterse eşekbaşı ol,” sözümüz, güdülenlerle, beynini kullanmadan birinin ardından gidenlerle dalga geçen bir sözdür. Başa geçenlerin güç gösterisini, hırsını, kendinden küçüğü ezmesini bu söz kadar güzel hangi sözümüz anlatabilir?
Bu eşek sözü de nereden çıktı demeyin? Durumumuzu, derdimizi, başımıza gelecekleri artık sıradan sözlerle anlatma dönemi geçti. Çirkin oyun yıllardır sahnede. Şu an oyunun son bölümleri gösteriliyor. Sondan önceki dönemeçteyiz.
Akşam haber kanalları kilise ayinleriyle, papa, kara papaz, patrik görüntüleriyle iç bayıyordu. Sanki ülkemize başka dinleri, inançları öğretiyorlardı, uzun uzun da bunların dinsel törenlerini sesiyle sözüyle gösteriyorlardı. Diziler, uyduruk kıytırık, iç bayan eğlenceler, yozlaşmış müzikler, başka kültürlerin, başka dilli müziğini devletin tek müzik kanalında bile halka dayatma, dinletme de oyunun diğer parçası... Tescilli (kayıtlı, belgeli) vatan hainleri, bırakın diğer yandaş yerleri, ana muhalefet partisinin kanalında bülbül olmuş şakıyorlar. Değerlerimiz yerlerde, bunların ağzında sakız…
Bu pislik ve kargaşa ortamında geçmişten bir ışık arayanlar, yaşama tutunmak için moral depolamak isteyenler kanımca Kemal Sunal filmleri izliyorlar. Yoksa neden her gece bir yerde Kemal Sunal filmi gösterilsin? Onlarca kez, yüzlerce kez aynı film döndürülsün? Dincisi, bölücüsü, her türlü haini, televizyon işini iyi biliyor bu televizyon dünyasının. Sıradan vatandaşa bir soluk alma penceresi olarak bu filmleri durmadan gösteriyorlar. İzleyen, gören, rahatlıyor. Nedeni, kanımca, bu filmlerde son sözü halkın söylemesi, halkın kazanması, kötüleri bir güzel cezalandırması. Vatandaşın günlük yaşamda yapamadıklarını yapan Kemal Sunal’a (Şaban) tuttuğu alkışlarla seyirci rahatlıyor, üstündeki ağır baskıyı sanal yoldan atıyor…
Bu “eş’oğlu eşek” sözü de Kemal Sunal filmlerinin olmazsa olmaz sözü.
Soyguncu, acımasız iş adamı, aracı, soysuz aydın, paraya tapan sonradan görme, hırsız, vurguncu, her kimse; halkı aldatması, soyguna ortak olması için Kemal Sunal’a soruyor:
“Yüz bin lira para, altına Murat araba vereyim…”
Şaban’ın yanıtı tek bir söz:
“Eş’oğlu eşek!”
“ Dayalı döşeli bir kat, beyaz eşyalı, koltuk kanepeli, bir de kapına Mersedes, ha?”
“Eş’oğlu eşek!”
“Öküz, salla başını al paranı (maaşını)! Daha ne istiyorsun?”
“Eş’oğlu eşek!”
Apartman katı vereyim önerisine Şaban’ın yanıtı düşündürücüdür:
“ Ben apartmanda hiç oturmadım, gene de oturmazsam koymaz bana. Ama sen gecekondu da oturursan görürüz götünü!”
1970’li yılların beyinlere aşısı bu sözde gizli. Köyden gelen, kırda, doğaya yakın yaşayan insanları, bahçeli, düzayak evlerden çıkarıp, beton katlara tıkmalarının tarihçesi gibidir bu söz; ev kavramının değiştirildiği, Türk insanının topraktan koparıldığı yılların düşünce yapısını görürüz burada. Evden, bahçeden çıkıp betona gömülmenin gösterişten sayıldığı yıllar… Geçmişimizin kalıtları o güzel evlerimizin tek tek yıkıldığı yerine apartmanların dikildiği yıllar… Oysa biliyoruz ki, varsıllar, eli para tutanlar, parayı yönetenler evlerden hiç çıkmadılar, büyük konaklarda oturdular, saray gibi evlerde yaşadılar, yaşıyorlar eskiden beri… Betona tıkılmayı ise halka layık gördüler, bu aslında ayrı bir konu…
Herkes, kız olsun erkek olsun, gün görmeyen, yoksulluk çeken, bin bir güçlükle kendisini okutan, adam eden annesine günü gelmiş demiştir: “ Seni saraylarda oturtacağım…”
Kemal Sunal, bilinen takma adıyla Şaban, bunu annesine söylüyordu sık sık bu alıntılar yaptığım filminde:
“Unutma, seni saraylarda yaşatacağım.”
Şaban, annesini saraylarda yaşatamadı. Annelerimizi saraylarda hangimiz yaşattık ki? Atatürk döneminden sonra öyle anlayışlar geçti ki başa, çarpmadan çırpmadan zengin olunamadı… Yine de kavuştuğumuz iyi yaşam koşulları Cumhuriyetin sayesindedir. Cumhuriyetin varlığı, Atatürk ilkeleri her kurumumuzda canlıydı, ayaktaydı… Yoksul Anadolu çocukları, zar zor okuduk, devletin yatılı okulları okumak isteyen, kendisini okutmaya babasının gücü yetmeyen çocukların yuvasıydı Cumhuriyet dönemi boyunca. Ne zaman AKP iktidar oldu, devletin yatılı okulları da tarihe karıştı. Cemaatler, tarikatlar devletin işini yüklenip çarpıtarak, çocuklarımızın canına okuyarak o güzel dönemleri bitirdiler. En son polis okulları da tarihe karışıyormuş. Polisin meslek okulu, ilerlemek için gittiği yüksek okulu bundan böyle yokmuş… Öğretmen okulları, köy enstitülerinden sonraki en güzel öğretmen yuvalarıydı. Eğitim Enstitüleri de yatılı okuldu, orta öğretime öğretmen yetiştirirdi. Yatılı bölge okulları yoksul çocukların elinden tutardı. Polislik hep yoksul aile çocuklarının mesleğiydi…
Ülkemiz, herkes bilmezden geliyor, bölünme aşamasında. Yoksa hapisteki bir hükümlü baş katile neden sekreterlik verilsin?
Neden, Ankara’ya, korkunç büyük, lüks içinde yüzen bir saray yaptırılsın?
Neden, muhalefet partileri iktidar olmak istemesinler, her durumda iktidarın yanında yer alsınlar, aynı sözlerle bölücülük etsinler, bir iki göstermelik çıkış dışında bölücülere dayanak olsunlar… Ülkemizin güçlerini birileri ele geçirmesiydi olur muydu tüm bunlar?
Neden bütün televizyonlar, gazeteler sırayla ele geçirildi, aykırı ses kalmadı? Yeniçağ, Sözcü okuyan yurdum öğretmeni ne hakla cezalandırılıyor- geçen gün bunun haberini duymuştuk - aydınımıza iktidarca böyle nasıl gözdağı veriliyor?
Eğitim sistemimiz dincilerin elinde oyuncak. Olmayan bir dili, sanal bir adla yarattılar, bu olmayan dille bölücüler eğitim yapmak istiyorlar. Bölünmek için bir dil bulmaları gerekiyor ya…
İlkokul ikide İngilizce dersi neden verilir, yanıtını bilen söylesin? Yeniçağ yazarı Ahmet Takan “Müjde” başlığıyla yazmış gazetesine:
“Hakkâri’ye PKK vali atadı!
Papa’nın ayinleriyle milletin başı döndürülürken, bir yandan sezdirmeden vatan elden çıkıyor. İstanbul’da Vatikan benzeri devlet kurulması yakındır. Yunanlılar ne meraklıymış ülkemizde ayin yapmaya. Akılları fikirleri vatanımızda kalmış. Sümela Manastırı’nda, orası bu iktidarca müzelikten çıkarılınca başladılar kinlerini kusmaya, isteklerini saklamamaya... İstedikleri yere kiliselerini açtılar, cemaatsiz kiliseleri onarttılar, Ermeniler delirmiş gibi Akdamar’a akın akın gelip çanlarını çalıyorlar.
Köylümüze borçlanmak, topraklarını satmak, efendiyken uşak olmak, madenlere inip boğulmak, yanmak, inşaatlardan düşmek, iş kazalarıyla, trafik kazalarıyla ölmek kalıyor…
Hey gidi eski günler hey!
Hırsıza, vurguncuya, kişisel serveti peşinde koşana “eş’oğlu eşek” der geçerdik… Bunların yaptıkları parasal vurgundu, soygundu.
Bu arsızlara:”Eş’oğlu eşek” sözü yeterdi de artardı. Çünkü sonunda hepsi hapsi boylardı. O gün değilse gelecekte yakalanacaklarını bilirdik…
Vatana başkaldırmaya, devletin bölünmez bütünlüğüne söz etmeye, Cumhuriyeti dönüştürmeye, yönetim biçimimizi değiştirmeye, Atatürk’ün eserlerini yıkmaya kimse cesaret edemezdi!
Şimdi bunlar artık olağan durumlardan sayılıyor.
İçimiz kabarık, bu kadarı olamaz, buna kim dur diyecek diye bağırıyoruz. Ağzımız alışmış, şöyle bir dolu dolu, “eş’oğlu eşek” diyeceğiz, olmuyor. Yakışmıyor. Bu söz, pek bir sevimli, bağışlayıcı, insancıl bir söz çünkü…
“Alçacık eşeğe herkes biner” imiş. “Yüklü eşek anırmaz” mış. Önce bu durumu düzeltmek, yükten kurtulmak, atlar tepişirken eşek gibi arada ezilmemek gerek. Bu sözü bilge atalarımız boşuna mı demiş sizce:
“Ölmüş eşek kurttan korkmaz!”
Kızdıklarımıza da şöyle ilensek:
“Anasını eşek kovalasın!”

Feza Tiryaki