Çocuk yetiştirmek bir sanattır. Bazı aileler çocuklarını okula gönderiyorlar, bir meslek sahibi de yapıyorlar. Üstelik evlendiriyorlar da. Ama aile nasıl olunur, ev nasıl geçindirilir, bütçe nasıl yapılır, ihtiyaçlarda öncelik sıralaması nasıl tespit edilir gibi sorulara cevap vermiyorlar. Sonra da çocuklar bocalıyor. Aileler dağılma noktasına geliyor. Ödeme sıkıntılarına girip yıllarca ana babaya da yük oluyorlar. Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Nasıl giyinilir, işyerinde nasıl davranılır, nasıl oturulur kalkılır, nasıl konuşulur…

Bunların tümünü başkalarından yarım yamalak öğreniyor çocuklarımız. Elbette onlar yeni bir kuşak. Bizden farklı tercihler yapacak, toplumdaki yerlerini kendi öz iradeleriyle kendileri oluşturacaktır. Zaman zaman başka kanallardan telkinler olacaktır. Ama ana babaların, dedelerin ve ninelerin bir sorumluluğu vardır: Çocukları okulda verilmeyen bilgi ve beceriler konusunda hayata hazırlamak.

Birçok veli, “Çocuklar bizim dediğimizi dinlemiyor” diye yakınmakta. Çocuklarınız sizi dinlemiyorsa bir yerde yanlış yapıyorsunuz demektir. Bu çoğu zaman bir davranış ya da konuşma yanlışıdır. Kendiniz dedikoduyu seviyorsanız ve çocuğun önünde dedikodu yapıyorsanız, çocuğa “Dedikodu yapma!” demenin bir anlamı yoktur. Kendiniz paranızı hovardaca harcıyorsanız, çocuğa tasarruf yap demek de yanlıştır. Eşyalarınızı güzel kullanmıyorsanız çocuk da sizin yaptığınızı yapacaktır.

Yapılan önemli yanlışlardan biri de çocukla ayak üstü ya da bağırarak konuşmak. Böyle konuştuğunuz zaman çocuk sizi yarım ağızla dinleyecek ciddiye almayacaktır. Çocuğa göz hizasından hitap etmek, onunla konuşurken televizyonu kapatmak, çocuğun sizi gözleriyle ve bütün varlığıyla dinlemesini sağlamak gerekir. Hani “Alışverişe giderken şunu yapmayın, bunu yapmayın” gibi alış-veriş reçeteleri verilir ya. Çocukla konuşurken de rastgele değil belli bir yönteme uygun olarak konuşmalıdır.

Çocukla konuşurken sesi yükseltmemeye dikkat etmeliyiz. Unutmamalıyız ki fısıltıyla söylenenler bağırarak söylenenlerden daha iyi anlaşılır. Bir de söylenenleri yavaş yavaş, emzire emzire anlatmak gerekir. Söyleneceklerin hepsini birden söylemenin bir anlamı yoktur. Yağmurun toprağı doyurması kısa sürede çok yağması ile değil yavaş yavaş, ama sürekli yağmasıyla mümkündür. Kar suyu da toprağı öylece kabartır. Her konuda doğadan alacağımız bin bir ders vardır.

Analar kızlarıyla birlikte mutfağa girsinler, atalar çocuklarıyla birlikte yolculuk yapsınlar. Kenti dolaşsınlar. Bir dostu ziyaret etsinler. Balık avlamanın tadına varsınlar. Kendileri için değil, başkaları için de bir şey yapsınlar. Analar da atalar da çocukların düşüncelerini sorsunlar. Onlarla sık sık konuşma fırsatı yaratsınlar. Konuşmalarında makul ve mantık çizgilerinin dışına çıkmasınlar. Tabii hayal de kurabilirler. Zaman zaman saçmalama özgürlüğünü de kullanabilirler. Çocuklara mizah duygusu da verilmelidir. Bu, onları odun olmaktan kurtarır. Onlara dinlemeyi, gözlem yapmayı, sorun çözmeyi, düşünmenin lezzetini, başkaları için de bir şeyler yapmanın keyfini, vermenin ve paylaşmanın tadını öğretsinler.

Bütün bu söylediklerimizin okulu ve kursu yoktur. Doğada ana ata olanlar hep bunu yapıyor. Hiçbir varlık yavrusunu, soyunu sürdürecek olan kuşağı hafife almıyor.

Evladına iyi bir eğitim veren atalar ona büyük bir servet bırakmış demektir. Burada tabii biz eğitim derken çocuğa sadece iyi bir meslek kazandırmadan söz etmiyoruz. Onu hayatta sağlıklı, mutlu, huzurlu ve başarılı kılacak becerilerle donatmaktan söz ediyoruz.

ATASÖZÜ: EVLADIN İYİ N’İDEN MALI; EVLADIN KÖTÜ, N’İDEN MALI?