Yine geldi bir 10 Kasım, Atatürk’ün sonsuzluğa geçişinin yıldönümü.

Seksen ikinci yılı bugün, iki bin yirmiye denk geleni.

Bugünü içine alan hafta, Atatürk haftasıydı eskiden.

O hafta Atatürk’le ilgili anılar anlatılır, Atatürk’ün yaşamı, Kurtuluş Savaşı tarihimiz konuşulurdu.

Şiirler ezberlenir, birlikte, gönül borcuyla, anısı önünde eğilinir, "Yüce Önderimiz" anılırdı…

Okullarda öğrenciler, o sabah, ortak bir alanda toplanırlar, anma programlarına katılırlardı.

Tüm ülkemizde saat dokuzu beş geçe sirenler çalınır, saygı duruşunda durulurdu.

Atatürk şiirleri okunurdu sınıflarda, salonlarda, Atatürk oratoryoları söylenirdi bir ağızdan.

Atatürk’e seslenen, O’nu bize anlatan, ağıtlı, özlem dolu, duygulu, nağmeyle okunan sözlerdi bunlar.

*
Televizyonlar yaygınlaşınca, ekran köşelerine Atatürk resimleri konuldu sonraki yıllarda.

Gazetelerin tümü, hiç eksiksiz, Atatürk resimleriyle çıkardı, 10 Kasımlarda…

Filmler Atatürk filmleri, izlenceler Kurtuluş Tarihi izlenceleri.

Tiyatrolar, günü anlatan eserlerden, sergiler, o günlerin resimlerinden…

10 Kasım 1938 yeniden yaşanırdı ulusça. Aykırı ses duyulmazdı, yeraltına gizlenenler suskundu.

Yurdu saran acıyı, ayrılığı genç kuşaklar o günün şartlarında izlerdi, bilenirdik, kenetlenirdik;

Devrimlerimiz üzerine ant içerdik, emanetini koruyacağız, yaşatacağız derdik…

Eski şairler nasıl da güzel anlatmışlardı o günleri, Cahit Sıtkı Tarancı’dan “Ölümsüz Önder” şiirinin girişini ezbere söylerdi her öğrenci:

“Yıl otuz sekiz on Kasım Perşembe / Hatırdan çıkmayacak bir sonbahar / Sarsılıyor İstanbul Yeditepe / Yaman esmiş Dolmabahçe’de rüzgâr.”

Halim Yağcıoğlu sorardı: “Atatürk Nerede?” Sonra şu dizelerle yanıtlardı:

“Atatürk’ü boşuna arıyorsun tepelerde / Orda O’nun sadece anısı var / Atatürk bir sonsuz ülkü artık / İnanmış gönüllerde.”
der, dediklerini dizelerinde belgelerdi.

Orhan Şaik Gökyay, “Yas” adlı şiiriyle o günlerde seslenmiş, gelecek günleri nasıl da görmüş:

“Dökün yaprağınızı dallarım dökün / Akın yaslı yaslı sularım akın / Bükün boynunuzu bayraklar bükün / Bir alınmaz kalem vardı yıkıldı.”

Hasan Ali Yücel’in çocuklara yazdığı bu güzel şiirin üstüne daha şiir yazılmadı:

“Türk’ü ölümden / Odur kurtaran / Odur yeniden / Türklüğü kuran” diye başlayan, şu sözlerle biten:

“Ülkün yürüsün / Türklük büyüsün/ Sen Atatürk’sün / Ey yüce başkan!”

Ya Cumhuriyet’in yetiştirdiği büyük halk ozanı Aşık Veysel’imiz neler demişti, 10 Kasım 1938’de:

“Ağlayalım Atatürk’e / Bütün dünya kan ağladı / Süleyman olmuştu mülke / Geldi ecel can ağladı.”

Dokuz dörtlükten oluşan şiirinin, sondan üçüncü dörtlüğü şöyle:

“Siz sağ olun Türk gençleri / Çalışanlar kalmaz geri / Mareşalin askerleri / Ordular, teğmen ağladı.”

Son dörtlük, bir ata öğüdüdür:

“Uzatma Veysel bu sözü / Dayanmaz herkesin gözü / Koruyalım yurdumuzu / Dost değil düşman ağladı.”

Ne demişti yüce önderimiz, 1924 yılında, kurduğu Cumhuriyet için:

“Cumhuriyet; düşünce, bilim, beden bakımından güçlü ve yüksek koruyucular ister.”

Koruyacak olanlar bizlerdik, öğretmenlerdik, Cumhuriyeti koruyabildik mi?

*
Demin taradım, dolaştım da gazetelerin başlıklarını, hiç şaşırmadım.

Atatürk sayesinde adam olanlar, tutsaklıktan, düşman çizmelerinden kurtulanlar, bağımsız bir vatanda başları dik yaşayabilenler böyle bir günde önderlerine ihanet edebiliyorlarsa diyecek söz yok aslında.

Devrimlerle bugünkü olanaklara, özellikle kendini ifade etmede eşsiz güzellikteki yazı dilimize kavuşanlar, Türk vatanından sonra, Türk dilini yabancı diller boyunduruğundan kurtaran Atatürk’e gönül borçlarını isteseler de ödeyemezler…

Bunların bir kısmı, bugün tutmuş paçavralarına Atatürk sayesinde kavuştukları Türkçemizle şu başlığı yazabilmişler:

“Said Nursi'nin “oğlum” dediği Osman Yüksel Serdengeçti’yi 10 Kasım’da rahmetle anıyoruz.”

Bazılarında da, günlük haberlerin dışına çıkılmamış.

“Türkiye Gazetesi” genetik aşıcı işbirlikçiyi, en üste almış. Milli gazete yalnızca “Piyasa istifayı görmüş” başlığıyla çıkmış.

Yeni Şafak: “Ankara’da sıcak saatler.” Yeni Asya: "İkbal (Pakistan’ın şairi) 141 yaşında.”

“Evrensel” bile hiç utanmamış, “Mustafa Kemal Atatürk anılıyor” diye, yanda, pul kadar bir yere yazmış.

Bu tür gazetelerde Atatürk’ten tek satır yok, işte böyle, gereksiz kişileri, Atatürk karşıtlarını, Cumhuriyet düşmanlarını utanmadan anma var.

Sağlık Bakanı ise en olmayacak anma resmiyle (ipleri iki yanda açık, baykuş gagası gibi bir kara maske ile) bir bildiri yayınlamış. “Cumhuriyetin her kuşağı onun öncülük ettiği milli mücadeleden örnek aldı.” demiş.

Sormak gerekmez mi? Devrimlerle yükseltilmedi mi Cumhuriyet? Cumhuriyetimiz devrimlerle yol almadı mı? Milli mücadele ile iş bitti miydi? Hem o "kara maske" neyi simgeliyor? Küresel güce boyun eğmeyi, insanlığa büyük dert olacak çipli aşıyı bekletmeyi, insanları “Yeni Dünya Düzeni”ne korkutarak sokmayı değil mi?

İsterseniz, yine Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı öncesi dediklerine kulak verelim, karartılan içimizi birazcık da olsa ışıklandıralım:

“Her şeye rağmen muhakkak bir aydınlığa doğru yürümekteyiz. Bende bu inancı yaşatan güç yalnız aziz yurt ve milletim hakkındaki sonsuz sevgim değil, bugünün karalıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve gerçek sevgisiyle ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir."

Bu sözleri de veda sözleridir aslında:

“İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, ölümlü Mustafa Kemal; diğeri milletin içinde yaşattığı Mustafa Kemaller ülküsüdür. Ben, onu temsil ediyorum.”

Bizi ayakta tutan, dediği her sözü gerçekleşen Atatürk’ün Cumhuriyetimiz için şu dediğidir:

“Benim naçiz vücudum elbet (nasıl olsa)bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen(sonsuza kadar) yaşayacaktır.”

Feza Tiryaki, 10 Kasım 2020

Yazarın Diğer Yazıları için TIKLAYIN