Bazı arkadaşlarımız devletin dışarıdan gelenlere kucak açmasına kızıyor. Son zamanlarda sosyal medyadaki paylaşımlara bakıyorum da bu iş bireysel olmaktan çıkıp sosyal bir olgu haline gelmiş gibi görünüyor. Hatta siyasal partilerimizden bazıları burada oy kokusu almış olmalılar ki göçmenlere karşı uçta söylemler geliştirmekten çekinmiyorlar.

Kendi adıma insanların hem rahat ve huzurlu yaşamak hem de yeteneklerini en uç noktalarına kadar değerlendirmek için istedikleri ortamda, istedikleri kentte, istedikleri ülkede yaşamaları taraftarıyım. Hatta o kadar geniş imkânlara sahip ABD, Rusya gibi ülkelerin kaynaklarını daha iyi işletmek adına dışarıdan ülkelerine insan girmesine neden izin vermediklerini de anlayabilmiş değilim.

Biz bir dünya ülkesi gibiyiz. Geçmişte olduğu gibi bugün de dünyanın her yerinden insan geliyor ülkemize. Yakın zamanda İngilizce öğretmeni ve doktor, uzak zamanlarda da bakıcı ithal ettiğimizi ise bilmeyen yoktur. SSCB dağılırken de Karadeniz bölgesini bayanlar işgal etmişti. İstanbul’da her ulustan insan hem çalışıyor, hem de okuyor. Bu kişilerin gittikleri yerde, yaşam boyunca bizim onlara kucak açtığımızı unutmayacaklarını ve bu borcu ödemeye çalışacaklarını umuyoruz. Kırık dökük de olsa dilimizi öğrenmeleri, ülkemizi tanımaları, burada (yerli yabancı) dostlar edinmeleri bizim yararımızadır.

Bugünlerde Suriye’den, Rusya’dan, Ukrayna’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan göçmenler geldiği doğrudur. Afrika’nın birçok ülkesinden de İstanbul ve Ankara’ya okumak için gelenler var. Bunlardan bazıları buradan ev bark alıyor.

Muhalif olanları kızdıran bir başka olay da bizim insanımızın çeşitli nedenlerle dışarıya gitmesi. Özellikle de doktorlarımızın. Tabii bunda da bütün suç hükümetin. Tabii istediğimiz bu insanların emeğini, yetenek ve bilgisini öncelikle bu ülkede değerlendirip bu ülkenin hizmetinde harcaması. Ama bizim kendi yeteneklerini değerlendiremediğimizi düşünüyorsa varsın gitsin.

Benim istediğim ve beklediğim insanların yurdumuzdan kaçarak değil de başka nedenlerle başka ülkelere gitmesi. Başka bir ülkede lokanta açacaksa, yorgancı, pompacı ya da makine mühendisi olacaksa varsın gitsin. Yurdunu seviyorsa (telaşa gerek yok) geri gelecektir.

Tanzimat’tan sonra batıya gidip dönenler orada gördüklerini çeşitli yöntemlerle anlatıp ülkemizden batıya bir pencere açmışlardır. Birçok bilgi ve yenilik yurdumuza onların açtıkları pencereden girmiştir. Bu yenilikler bir çeşit havası bozulmuş odaya temiz hava girmesi gibi olmuştur. Cumhuriyetten önce çağdaş bilgi olarak yurdumuzda ne öğretiliyorsa( ama okumak ama gezmek için) yurt dışına gidenler ve onların dilini öğrenenler tarafından taşınmıştır ülkemize. 1960 lı yıllarda yurt dışına işçi olarak gidenlerin ülkemize zenginlik yani para akıttığı, bu sayede ot bile bitmeyen yerlerde görkemli şehirlerin kurulduğu da bir gerçektir.

Ülkemizde turizmin gelişmesini ekonomik olduğu kadar kültürel kaygılarla da istemiyor muyuz?

Çağdaş Türkiye’nin oluşumunda disiplin olarak, düşünce olarak, eylem ve örgütlenme olarak bütün pay yurt dışına gidenler ve ülke içindeki azınlıklardır. Değilse günümüzde “radyonun icadı Kur’an’da vardı” ya da “Kur’an-ı Kerim kadınların haklarını teslim ediyordu” diyenlerin durumuna düşeriz. Atatürk “Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir…” demiş ama bugün ekilebilir topraklarımızın büyük bir kısmını ekmiyoruz. Sıradan işleri yapacak kapasitede ne usta ne de işçi bulabiliyoruz. Yapabilecek olanlar analarının nikahını istiyor. Birçok insan o türden işleri Afganlılara, Suriyelilere yaptırıyor. Zeki olduğumuza, “Bir Türk’ün dünyaya bedel” olduğuna dair ise çok fazla delil yok.

SOMSÖZ: KENDİ KAZANAN TÜCCAR, BAŞKASININ KAZANCINDAN PAY ALAN, AKILLI TÜCCARDIR.