Göz boyama, gösterişin karşılığı, başkaları için, kendini, bir şeyi, aslından başka gösterme. Göz boyama; karşındakini korkutma, aldatma, şaşırtma, kendini beğendirme amacı da güdebilir. Tarihte örnekleri çok. Büyüklenene, kendini iki de bir ortaya atıp gösterenlere de gösteriş düşkünü deriz. Hepsi gösteriş, aslı yok, diye uyarırız gösteriden ötürü gözü boyananları, gösterişe kananları.

Dıştan görünüme de gösteriş denilir, gösterişli bir giyim, gösterişli, alımlı, çekici biri, gösterişsiz bir ev... Gösterişsiz sade bir yaşam...

Sonradan görmelerin gösteriş düşkünlüğünü bilmeyen yoktur. Hele Arap şeyhlerinin görgüsüzlüğü dillere destandır. Altından, oturacak yeri elmas parçaları döşeli bir tuvalet (oturak), yoksa dünyada neden tek onların aklına gelsin?

Çantalarının, gözlüklerinin markalarıyla, eşyalarının dudak uçuklatan fiyatlarıyla, takıp takıştırdıklarıyla, evleri – konakları, binek araçlarıyla... kendini değerli sanan nice budala, gösteriş düşkünü zavallı her dönemde yaşamıştır.

Günümüzde cep telefonlarının fiyatlarıyla övünenler ne çok. Telefonlarını, o çok para ödedikleri gereksiz eşyalarını, pılı pırtılarını gösteremezlerse, çevrelerinde gösteriş taslayamazlarsa nasıl büyüklenecekler?

Kimi de, görmemişin oğlu olmuş... örneği gibidir. Şaşkınlıktan parayı nereye harcayacağını bilemez böyleleri... Nasrettin Hoca ile Timur’un peştemal öyküsünü gel de anımsama şimdi. Hani, Timur Hoca’ya hamamda sormuş, ben ne kadar ederim, bana bir değer biçsen, ne biçersin demiş ya. Hoca da, diyelim ki, “Yüz akçe edersin!” demiş. Timur nasıl kızmasın buna: “Hoca, sen ne diyorsun, belimdeki peştemal o kadar eder.” Hoca, lafı gediğine koyar tabii: “Ben de zaten, tek, belinizdeki işlemeli ipek peştemale değer biçmiştim.”

Bir topluluğa bir şey anlatmak, öğretmek için gösterilene, bu tür eyleme de gösteri denilir. Bu eylemler, bir oyun, film, geçit töreni, cambazlık, hokkabazlık, dans gösterisi, kınama, alkışlama, eleştirme, karşı çıkma gösterisi de olabilir. Tiyatro oyunu, bayram gösterisi, halk oyunları gösterisi, bölücülerin izinsiz gösterisi, havacılık gösterileri... Say say dur...

Devletler arasında bile gösteriş yarışı var mı, var! Arap şeyhlerinin arabaları, özel donanımlı uçakları ne güne duruyor? Bunlardan armağan ettiler mi, her kapı açılır onlara. Avrupalı devlet adamları, bisikletle işe gitmeleriyle, sade yaşamlarıyla övünürlerken, kimileri, son model zırhlı araçlarıyla, uçak sayılarıyla, saraylarının sayılarıyla övünürler...

Özal döneminde, Özal’ın yönlendirmesiyle içlerinde oğlunun da bulunduğu bir grup iş insanı, bir sürü özel televizyon kurdular. Bunlardan biri (yıl, 1991) “Shov” adlı bir TV kanalı (Türkçe karşılığı; gösteri), bu işlerin ilk adımıydı ülkemizde. Televizyondan gösteri sunacaklar. Gece yarıları açık saçık yayınlar yapacaklar, devlet televizyonunun ciddiyeti, işin kültürel yönü kalkacak. Göz boyayacaklar, aptal kutusuyla insanları aptallaştıracaklar.

Başarmadılar diyebilir miyiz bu gösteriş düşkünleri için? Başardılar.

Hep aynı kişiler, hep aynı boşboğazlar, hep aynı hokkabazlar yoksa neden ekran ekran dolaşsınlar her akşam?

Tepkisiz bir toplum olma, denilenlere kanma, kendi düşüncesi olmadan, temsilcisiz güdülme...

Gösteriş, yaşamımızdan hiç çıkmamış ki, günümüzde de bizi çepeçevre sarıyor işte!

23 Nisan’daki topluca 31 ilin ev hapsinde neler neler yapılmadı gösteriş adına?

Polisler, çağrı üzerine yoksul (?) evlere balkondan süslemeler dağıtıyor. İki resim boyayıp çocuklar evlerinin camına asamazlarmış gibi... Yoksula yardım etmek, gösteri aracı artık. Herkes oyuncak, değerlerimiz pul...

Hastalanıp ölen bir doktorun, geride kalan iki küçük çocuğu, doktor baba, çevresindekilere çocuklarıma iyi bakın, size emanet dedi diye bir POP şarkıcısının reklam aracı oluveriyor, çocuklar, boy boy resimleriyle basın yayında. Devletin memuru, görevlisi yasaların korumasında değil, görünüşe göre, onlar bile göstericilerin elinde...

Yine, ev hapsi günlerinde (!) doğum günü kutlanıyor bazı engelli çocukların, polisler devrede. Canlı kayıtla anında yayınlanıyor durum, sözüm ona genç çocuk sevindiriliyor. Her yapılan bir gösteri. Yüz altı yaşındaki kadına polislerce doğum günü kutlatma bu işlerin en uç noktası olmuş... Mumlar, pastalar, iç acıtan rezillikler... Yoksullarla oynamak serbest! Sizin, devlet göreviniz bu mu? Gösteri düzenlemek mi? Yapılanlar, yardım değil, görev gereği değil, hep gösteriş kokuyor. Biri çekiyor, birileri yayınlıyor. Hepsi gösteri! Bu gösterilerin en büyüğü en pahalısı dün yaşanmış.

Bir kız çocuğu, İsveç’ten sosyal iletişimden kendi sesiyle duyuru yayınlamışmış. Doğrusu yanlışı (günahı), bunu yazan, duyuran, ses kayıdını yayınlayan gazetecilerin boynuna. Bizim duyduğumuz, bildiğimiz ana haberlerde bile bunların konu edilmesi. Yadırganmaması, gösterişe alıştırılmak... Kızın babası hastalanmış da, İsveç’te onlarla ilgilenen yokmuş. Babası kurtarılsınmış...

Ha, bir de Türkiye’ye getirilen babanın durumu iyiymiş... Önceden de iyiymiş zaten. O, babanın, ortalığa saçılan, iktidar başı övgülü, o biçim sosyal iletişim mesajları da görmezden gelinmeli. Ne varmış iktidar partiliyse? Değil mi ama...

Hangi gösteri meraklıları devreye giriyor, kim kimlerle, nasıl iletişim kuruyorsa, bir zincirleme iletişim ağı, anında sonuç, “bir orada bir kapı arkasında” bilmecesindeki süpürge gibiler, insanın aklı şaşıyor.

Sağlık bakanlığınca gönderilen özel cankurtaran uçağıyla baba, üç çocuğu ülkemize getiriliyor. Baba, üstelik yürüyerek biniyor uçağa.

Bu örnek, gösterişin en üst örneği olmalı. Ülkeler arasındaki çok pahalı bir gösteriş. Kime, neden yapılmış belli değil. Gereksiz yere, gösteriş için yapılan iş.

Aklı zorlayan kararlar. Baba İsveç’te doktor kontrolünden geçmiş, evinde tedavi görüyor. Kendisine gönderilen özel jete nereden, nasıl bindiriliyor, izinler nereden çıkıyor, sözüm ona bulaşıcı hasta taşınan bir hava aracına babanın üç çocuğu nasıl alınıyor? Karada giden cankurtarana bile hastayla çocuklar bir arada bindirilmez. Ankara’da hangi hastaneye gidiliyor, çocuklar nerede tutuluyor? Masraflar kimden? Hangi sigortadan? Çocukların anneleri nerede? Bu masrafları kim karşılıyor, yasal karşılığı var mı bu olanların, kimse sormuyor...

“Bir de Fransızcadan gelme “prestij” sözü dolanıyor ortalıkta. “İtibar, saygı görme...” demekmiş. Gösteriş, gösteri, öz Türkçe, aralarına bir de yabancı söz karışıversin, ne çıkar. Gösterişle prestij sağlama. “Ya tutarsa?”

Sonra, Kızılay’ımızı, bu günlerde ortalıkta görene aşkolsun!

Görülenler; alışılmadık, her yöne Ankara’dan yük taşıyan “özel yardım” uçakları... Halk arasında ise bitmeyen “maske yakalama” savaşları...

Bu taçlı virüsün son gösterisine, küreselci Bill Gateslerce hazırlanıyoruz. Aşıcılığa soyunan, gözünü bu işe diken dünyanın ikinci varsıl kişisi, insan nüfusunu azaltmalı diyen adamı yine konuşturmuşlar. Sözleri insanın tüylerini diken diken etmeli. Aşı, bir yıl, on sekiz aydan önce yetiştirilemezmiş, (Burada insaf etmiş, ya acilen aşılanılacak deseydi?) çünkü, yeterli üretim (?) için zaman gerekiyormuş. Adam, dünyayı aşılamayı aklına koymuş, doğanı, doğacağı, yetişkini, ergeni, yaşlıyı, nineyi, dedeyi hepsini aşılayacak ki, şöyle demiş:

“Bir dozun yeterli olması halinde yedi milyar, aşının iki dozdan oluşması halinde 14 milyar doz üretim yapmak gerekecek.”

Yedi milyara yakın insanın - bunca tantanaya, bağırtıya, gösterime karşılık – yalnızca iki – üç milyonuna bu virüs bulaştı, iki yüz bin kadarı da öldü, duyurulan sayılara göre. Düşünen insan, yüksek sesle, bunlar bir salgının sayıları olamaz, çıkarılan tantananın ardında başka çıkarlar saklı, bunda var bir iş diyemiyor. “Bu gripten neredeyse herkes iyileşiyor, ölenlerin çoğu başka hastalıklarından ötürü ölmüş olmalı, o test dedikleri şey yanıltıcı, bir öyle bir böyle sonuç verebiliyor, her insanda bu virüs bulunabilir, hem 5G dedikleri hücre bozan teknolojiyi de unutmayalım” diyenlerin sesi gürültüde yitip gidiyor.

Siz, bu “taçlı virüs” gösterilerinin, yeni tür küresel – yerel baskı araçlarının, sürdürülen ev hapislerinin boşuna mı olduğunu düşünüyorsunuz?

Yedi milyara yakın insanın, dört beş aydır yalnızca iki üç milyonuna bu grip virüsü bulaşsın (o da varsayım, kimse kesin söyleyemiyor), bunlardan iki yüz bin kadarı hastalanarak ölsün ve bağışıklığı güçlü, grip virüslerinden etkilenmeyen, gribi belirsizce atlatan, hastalanmayan, hastalansa da iyileşen onca insanın iradesini yok sayarak, insanları aşıya mecbur tutmaya kalkışsınlar.

Bu da normal karşılansın. Bill Gates gibiler uzay çiftliği gibi yerlerde, bu salgınla çoğalttıkları paralarıyla yeni satın aldıkları evlerde (!) yaşasınlar, gösterişten şişinsinler, çirkin yüzleri daha da çirkinleşsin! Sonra gazeteci sorsun bilgisayarcıya:

“Aşı ne zaman?”

Asıl korkulacak durum, gösterinin sonunda. Sorduğunuz aşıda.

Hazır mısınız?

Feza Tiryaki, 29 Nisan 2020