Bir ülkenin gelişmişlik derecesi ne ile ölçülür? Nüfusu ile mi, yüzölçümü ile mi, askeri gücü ile mi, ekonomik gücü ile mi? Yer altı ve yerüstü kaynaklarının zenginliği ile mi? Yoksa jeopolitik durumu ile mi?

Bu ölçütler zamana, yere, siyasetçinin tarzına göre değişmiştir. Daha doğrusu buradaki maddelerin sıralaması değişmiştir.

Sık sık duyarız: Ülkemiz Asya ile Avrupa arasında bir köprü görevini yapar. Üç tarafı denizlerle çevrilidir. Bir yanı Ortadoğu, bir yanı balkanlar, bir yanı Kafkaslardır. Bu yüzden jeopolitik önemi çok fazladır.

Bunu söyleyenler jeopolitiği öne çıkarırlar.

Öte yandan uzun yıllar biz sayıca Dünyanın ikinci büyük ordusunu besledik. Bu da asker sayısını öne çıkaran bir yaklaşımdı.

Ama askerde bir kasaturayı bir askerden daha makbul saydık. Bu da teknolojiyi öne çıkaran bir yaklaşımdı.

Bazen de “En güçlü silah eğitim” diyerek eğitimi öne çıkardık.

Atatürk zamanında “Bir Türk dünyaya bedeldir” diyerek üstün bir millet anlayışını öne çıkardık. Bugün dindar camia inancı ön plana çıkarıyor ve dünyaya uygarlık ve güzellik yayılacaksa bunu Müslümanların yapacağını söylüyorlar.

Tabii bunlar da bir yaklaşım biçimidir.

Ülkelerin gelişmişlik düzeylerini gösteren değişik ölçütler aranıyor yıllarca. Eski zamanlarda ülkenin askeri gücü yani kaç asker çıkarabileceği, bunları ne kadar zaman elinde tutacağı ile ölçülüyordu.  Sonra ülkenin gayrisafi milli hasılası yani toplam gelir düzeyi, daha sonra da kişi başına düşen gelir miktarına göre bir sıralama yapıldı.

Yakın zamanlarda ülkelerin gelişmişliğini tek bir ölçüte bağlamak yerine birçok bakımdan değerlendirip bunların ortalamasını almanın daha doğru olduğu anlaşıldı. Çünkü eğitimsiz ve motivasyonsuz binlerce kişilik bir orduyu eğitimli küçük bir birliğin yendiği görülüyor. Çünkü eğitim düzeyi yüksek bireylerden oluşan bir ülke eğitimsiz bireylerden oluşan bir ülkeden kat kat fazla üretim yapıp çok daha fazla katma değer yaratabiliyor.

Bir ülkenin kalkınmışlık derecesini gösteren ölçülerden biri de bireylerin yaşam kalitesi. İnsani gelişmişliği anlatan bu kavram da birkaç şeyin bileşkesi. İnsan ömrü, aldığı ortalama eğitim düzeyi, gelir düzeyi, aldığı sağlık hizmetlerinin kalitesi, bireyin hakkını arama ve elde etme süresi, çocuk ölümleri, kadın çocuk ve yaşlıları koruma becerisi gibi şeyler bunlar.

Bir ülkede insanların kullandığı kağıt düzeyi, kitap dergi ve gazetelerin sayısı, temizlik malzemeleri kullanım miktarı, kişi başına tüketilen gıda, enerji miktarı gibi şeyler de o ülkedeki yaşam kalitesini belirleyen şeyler oluyor.

İnsani gelişme indeksi ile ilgili uzun yıllar boyunca bir ölçüt geliştirilmeye çalışılmış. Sonunda Birleşmiş Milletler tarafından 1990 yılında Pakistanlı ekonomist Mahbubu’lhak tarafından geliştirilen indeksin kullanılması kararlaştırılmıştır.

Kavram geliştirmeye açıktır. İleride başka özellikler de eklenecektir.

Her ne kadar hükümetimiz ve yandaş medyamız ülkemiz şöyle gelişti, böyle gelişti diye esip gürlüyorsa da uluslar arsı yarışta nerede olduğumuz herkesin malumudur. Biz hâlâ gelişmekte olan ülkeler kategorisindeyiz. Bu “Geri kalmış ülkeler” demektir.

Bazı kardeşlerimiz bizim TRT Belgesel kanallarındaki filmleri örnek gösterip çok ileri olduğumuzu iddia edebilirler. Hatta bunların elinde başka örnekler de vardır: Uçak sanayimiz, silah sanayimiz, İHA’larımız, ülke içinde salınıp gezen yüz binlerce dolarlık arabalarımız, en gelişmişinden teknolojik oyuncaklarımız, double yollarımız, şehir hastanelerimiz, büyük uydu kentlerimiz, yüksek hızlı trenlerimiz…

Bundan senelerce önce Kumluca’da konuşma yapan birisine ben de aynı şeyleri söylemiştim. Bana dediği şuydu: Bir, bunların ne kadarını biz kendi öz imkanlarımızla yaptık? İki, bunları ne kadar verimli kullanabiliyoruz?”

Öncelikle belirtelim ki elimizdeki milli teknoloji ürünlerini ilk biz icat etmedik. Onları yapan fabrikaları da biz icat etmiş değiliz. 

Kullanmayı beceremediğiniz takdirde teknik malzeme başınıza bela olur. Elinizde bulunan bir makine verimli çalıştırma becerisinden mahrum iseniz bir süre sonra kesenizin dibine darı eker.

Bizden söylemesi!