Korkutularak hizaya sokuluyor insanoğlu.

Korku bilmemekten ileri gelir. Bilmediğin bir hastalıktan, sana neler getireceğini bilmediğin gelecekten korkmak... Yalnızlıktan korkmak, çocuklarının yanlış yollara gideceğinden, kötü arkadaş edineceklerinden korkmak... Bir gürültü duyarsın evde. Gürültünün nereden geldiğini, nedenini bilmezsen korkarsın. Bir anda can derdine düşersin. Ya hırsız girdiyse eve, eli de bıçaklı? Oysa, açık unutulan cam kırılmıştır, rüzgar camı açmıştır, kedi vazoyu devirmiştir... Nedenini bulursan korkun anında geçer.

Eskiden görülmeyenden de korkulurdu. Cin peri öyküleriyle büyümüş bizden önceki kuşaklar. Yalan söyleyen çarpılmaktan korkardı. Gece mezarlıktan geçmeye korkulurdu. Görünmez kazadan beladan korkulurdu... Atom bombasından korkulurdu... Dünyanın sonunun gelmesinden, ölümden korkulurdu...

En çok da başkasına avuç açmaktan, namerde muhtaç olmaktan, yokluk – yoksulluk çekmekten korkardık. Polislik olmak, bir caniymiş gibi kelepçelenmek, özgürlüğünün elinden alınması, hapislere düşmek... siyasetle uğraşanların, yanlışa yanlış demekten çekinmeyenlerin her dönemdeki korkusuydu ama yargıya güvensizliğin arttığı bu son dönemde bu tür korkular kendi halindeki kişileri de sardı. Nasıl sarmasın, bir hapse düşen bir daha yıllarca derdini anlatamadan kapatıldığı yerde kalıyor...

Devasız dertlere düşüp doktor kapısı aşındırmak, bir hastane odasında, acil serviste, kimselerle görüştürülmeden makinalara bağlı bir son da insanları çok ürkütür, duvarlara vurulur, ölümün böylesi gelmesin, ölümünde hayırlısı... denir.

”Korku, akıl katilidir.” “Hayat korkunun bittiği yerde başlar.” demiş düşünürler.

“Korkunun ecele faydası yoktur!” sözü, çok bilindik bir atasözümüz.

“Ölmüş eşek de kurttan korkmazmış... Yitirecek bir şeyi kalmayanı korkutamazsın!

“Ne kadar az korkarsak o kadar tehlike azalır.” demiş yine bir düşünür.

Korkusuyla yüzleşmek, korktuğu şeyi araştırmak, neden korktuğunu bulmak, kendini korkutanı tanımak insanın gözünü açmaz mı?

“Korktuğunuz biricik şey, korkunun kendisidir.” diyen de çok haklı. Şu an tüm dünyayı korkuyla korkuttukları yalan mı?

Babadan, kızına verilen bu öğüt, “Koyun olma, insanlar koyunu sevmezler, yerler.” dünyanın belleğine yerleşmiş ünlü bir söz.

Bu da bizim atasözümüz:

“Koyunun sürüsü yarılmaz!” Koyunu, koyun diye küçümsersin ama sürüyü engelleme, geriye döndürme pek güçtür. Uçurumdan atlayan bir koyunun peşinden tüm sürünün de atladığını gösteren haberler hiç eksik olmaz.

“Koyun bağlı olduğu yerde otlar.” atasözümüz de basın yayınımızın durumunu anlatıyor. Hep aynı korkuyu salan yayınlar bir an eksilmedi, Ocak ayından beri insanların önüne verilen ot, aynı korku otu...

“Köleden ağa olan sesiyle yıkar minareyi” sözümüz de pek denenmiş bir söz olmalı. Parayı alan, çıkarı için çeteye baş eğen, kervana katılıyor...

“Ayakta ölmek dizüstü yaşamaktan iyidir.” sözü, yine eskinin sözlerinden.

“Ölüm korkusundan kurtulursak hayatta keder kalmaz.” sözü de bir ilkçağ düşünüründen. Görüyoruz, insanlardaki bu ölüm korkusu nelere bedel, ne hallere düşürüyor insanoğlunu...

Korkaklık adına ne çok söz söylenmiş. Bakın bunlardan biri daha:

“İnsan sürgünden de, zindandan da, ölümden de korkmamalıdır, sadece korkak olmaktan korkmalıdır.”

Yine denmiş ki:

“İnsanları harekete geçirmek için iki çark vardır: Çıkar ve korku.”

Bu, korkusunu saldıkları son grip salgınında, her iki çark da çalıştırıldı. Daha dün gördüm. Bilim adamı kılıklı birini televizyona bağlamışlar Almanya’dan, aşı geliştiriyoruz, klinik deneylere başladık, bildiğiniz gibi bu genetik bir aşı diyor yurtdışında tıp okumuş labaratuvar sahibi vatandaş. Kendi şirketini kurmuş, dünya şirketleriyle birleşmiş, şirket adına ortaya fırlamış, korkunç gerçeği aşıyla yapacakları kıyımı, küreselcilerin insanları ele geçirme planını saklamadan açıklıyor. Duyanlar da “Amanın!” diye çığlığı basmıyor, o ayrı. Çok para harcıyorlarmış, milyarlarca kişiyi, insanlığı bu genetik – teknolojik aşıyla aşılama derdindeler, verilen görevi yapabilmek, para kazanabilmek için. Çıkar, onları çalıştırıyor, çıkarları uğruna yapamayacakları yok.

Korku çarkı derseniz tam hız çalıştırılıyor.

O hastane görüntüleri, yoğun bakım odaları, yoğun bakımdaki hasta görüntüleri boşuna mı ortalıkta dönüyor. Buna izin veriliyor, özellikle bunlarla korku yayılmasına çalışılıyor. Bedenler çıplak, yatakta yatanlar ölü gibiler, yüzler kapalı, eller ayaklar açıkta... Karın ortada. Gösterdikleri hastaların karınlarının da maşallahı var, bir kocaman tepe. Daha görünce için kalkıyor, vah zavallı diyorsun, ne olmuş sana böyle? Uzay giyimli bazı kişiler yatağın çevresini sarmışlar, kiminin elinde kocaman üstü yazılı, işaretli bir şişe, sanki bilerek gösteriyorlar, şişede ne olduğunu, görevli şişeyi hastaya dayamış, gözü ekranda, kiminin elleri hastanın boğazında karnında, yüzünde... İnsanın rüyasında görse çığlık atarak uyanacağı görüntüler.

Hastane odaları penceresiz, gri - boş duvarlar, kuyu gibi, kapısızmış gibi odalar. Asansörde kilitli kalmışsın... duygusu veren... Aygıtlar bir yanda, borular, huniler, iğneler, plastik hortumlar, kablolar kablolar, birbirine geçmiş malzemeler, deli kızın bohçası gibi ne ararsan var gösterdikleri sehpalarda... Hasta çevresindekilerin yüzleri kapalı, görevleri, kadın mı erkek mi, doktor mu hemşire mi, hastabakıcı mı, temizlikçi mi oldukları belli değil.

Zatürre bir akciğer hastalığı. Bu gripten hastalananların bazısı son evrede zatürre geçiriyorlarmış, diğer mevsimsel griplerde olduğu gibi. Açalım bilgiağını bakalım, hem de eski tarihli bir yazıya bakalım:

Geçen yıl, 2 Aralık’ta, Prof. Dr. Attila Saygı yazmış. Göğüs Hastalıkları (Akciğer Hastalıkları) doktoru.

https://www.memorial.com.tr/…/zaturrepnomoni-nedir-zaturre…/

“Zatürre yani pnömoni nedir?

Halk arasında zatürre olarak bilinen Pnömoni akciğerlerin klinik ve radyolojik olarak tespit edilen inflamasyonudur. Yüksek riskli bir hastalık olan zatürre ülkemizde ölümlerde beşinci, infeksiyon hastalıklarında birinci sıradadır.

Zatürre (pnömoni) tipleri nelerdir?

Zatürrenin 3 tipi vardır.

Toplum kökenli pnömoni(Zatürre)

Hastane kökenli pnömoni(Zatürre)

Bağışıklığı baskılanmış hastada pnömoni(Zatürre)”

Zatürreden ölümlerin neden çok olduğunu da doktor en başta açıklamış:

“... Ayrıca hastanın sosyal durumu da önemlidir. Evsizler, huzurevinde kalanlar, ulaşımı güç yerlerde yaşayanlar, fiziksel ve mental (zihinsel) engelli kişiler, yalnız yaşayanlar önemli bir risk gurubu oluşturur.”

Tedavi için denilenlerden biri şu:

“Mutlaka ilk 4 saatte antibiyotik başlanmalıdır. Sepsis şüphesi veya diğer yüksek risk kriterleri varsa bir saat içinde antibioterapi başlanmalıdır.”

Sepsis’in halk arasındaki adı kan zehirlenmesi imiş. Çağımızın vebası deniliyormuş buna.

https://www.birunihastanesi.com.tr/2154/

Bu açıklamalar, dünyada fırtınalar kopartılan bu grip virüsü öncesinden:

“Sepsis, her yıl dünyada 30 milyondan insanı etkileyen ve yaklaşık 6 ila 8 milyon kişinin ölümüne neden olan bir hastalıktır. Dünyada her 3 saniyede bir kişinin ölümüne neden olmaktadır.

Özellikle yaşlı nüfusun ve kanser vakalarının giderek artış gösterdiği gelişmekte olan ülkeler için artan bir tehlike olan sepsisin görülme sıklığı ne yazık ki son 20 yılda %140 oranında artış göstermiştir.

Sepsis vücutta bir enfeksiyon varlığında bu enfeksiyona karşı vücudun verdiği abartılı reaksiyondur.”

Kendi verdikleri sayı, dünyada her yıl 6- 8 milyon kişinin bu akciğer hastalığından öldüğü gerçeğini açıklayan sayı.

Şu an “Corona” diye kopartılan yaygarada neredeyse beş ayda ölen kişi sayısı üç yüz bin civarı.

Bu korku salma, korkuyla dünyayı yeni düzene geçirme operasyonunda rol almayan kalmadı. En son Sözcü’de bir emekli büyükelçinin akciğer tedavisi, “Bir korona hastasının serüveni” adıyla “Sözcü Haftasonu yazısı” üst başlığının altına konmuş.

https://www.sozcu.com.tr/…/baskiyla-yildirmaya-calismak-58…/

En üst düzeydeki biri, bunları yaşamışsa, bu dert bu kadar tehlikeliyse ben ne ederim diye okuyanlar kara kara düşünecekler artık.

Bu haftasonu eve kapatılan herkesin eline geçecek bu yazı. Sözcü okurlarının hepsi okuyacak.

Önce eşi sonra kendisi rahatsızlanmış emekli elçinin. Zaten yazısının başlarında demiş:

“Eşimin akciğerlerinde zatürre başladığı bildirildi.”

Saygın, en üst dereceden emekli birinin ve eşinin tedavisi orada anlatılan. Sıradan bir kişinin yaşadıkları, yaşayacaklarıyla kıyaslanamayacak bir ”serüven”. Hem de yeni değil, yirmi beş gün öncesinin.

Bunun, yazının yayınlandığı bir vakıf sitesinden alınarak, bu yeni tip grip virüsünün adıyla bir gazetede yayınlanması ne derece etiktir? Bunun yanıtını tıp okuyanlarımız desinler. Yapılan bu testlerin çoğu zaten positif çıkıyor diyenler, bilim insanları yanıtlasınlar.

Tedavide kullanılan tüm ilaçların adları da sıra sıra yazılmış. Bir doktorun diğer doktora yazdığı hasta raporu benzeri şeyler:

“... Çin kaynaklı tabletlerin sayılarının çokluğu nedeniyle eşimin (Çinli Kızlar) olarak adlandırdığı... “diye başlanarak ilk başta sayılan ilaçların yanına iki ilaç adı daha eklenmiş. Kininli “Plaqveril”de vermişler hastanede beş gün. “Çin tabletlerinin” sayısı sonra azaltılmış...

Hastalık ilk oradan başladı, eyvah Çin’i linç edecekler, ekonomisi çökecek diyenlerin öngörüsünün tam tersi yaşanıyor şu an. Çin ilaçları can kurtarıyormuş... Duy da inanma!

“Lafla pilav pişerse deniz kadar yağ benden” dermiş böyle durumlara atalarımız... “Laf ağızdan çıkınca da dillere destan olur”muş...

“Korku mezar taşlarını, insan yapar.”

Bir kötülük, bir tehlike karşısında duyulan duygudur korku.

“Korkulu düş görmektense uyanık yatmak yeğdir.”

Gözümüzü korkutmalarına izin vermeyelim!

Feza Tiryaki, 15 Mayıs 2020

Ek: Bilgi ağından, altta Türkçe açıklaması yazılı, yabancı dilde bir video

Alman doktorlarından açıklama:
"Covid 19 mevsimsel bir grip enfeksiyonudur"

https://www.facebook.com/Manolya.Hicran.Akkose/videos/10158541658915680/