(Yazının ikinci, son bölümü)

Büyük Uyanış, İzmir Mitingi sürüyor. Sıra, operatör doktor Bilgehan Bilge’de.

“Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar. / Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar.

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa! / Adın yazılacak mücevher taşa!” marşın bu dizeleri söylenirken Bilgehan doktor sahneye çıktı. Müzik kesildi.

BİLGEHAN BİLGE

“Merhaba İzmir!

Aşkım, şehrim, İzmir’im, merhaba!

Bu vatan kimin? Bizim!” diye söze başladı. Soru sorarak, sorusunu yanıtlayarak durumumuzu özetledi:

Demokratik bir oylamayla bu vatana bir “Emin” seçtik, değil mi? Ona emanet ettik.

Kimi emanet ettik?

Vatanımızı, çocuklarımızı, kadınlarımızı, erkeklerimizi… vatandaşlarımızı, ırzımızı, namusumuzu, sağlığımızı emanet ettik. Bu “Emin” şu anda ne yapıyor?

Emin çıkıyor, diyor ki;

Türkiye Cumhuriyetinde hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına aşı zorlaması yapılamaz!” Böyle demedi mi?

Senin altındakiler seni takmıyorlar ki!

Gencecik askerlerimize, polislerimize gen aşısı yaptırıyorlar. Senin haberin yok, haberin! Veya sen bizimle dalga geçiyorsun!

Bu millet dalga geçilecek bir millet değil!

Ben sana bu ülkemi emanet ettim. “Emin” olacaksın o zaman. Öyle, “Ey!” demekle olmuyor bu işler!

Bu insanlar sana inandılar mı? Sağlık bakanlarına da inandılar. Çift doz aşılarını oldular.

Korku şuuru ortadan kaldırır.

Sonra dedin ki, “İki doz aşı var ya, hikâye!”

Sana inanmış, bütün riskleri almış olan insanlara; “bu aşı” hiçbir işe yaramaz, dedin. Ne duruma düştüler… (enayi)

Biz, bir yıldır dedik, ortada başka plan var dedik. İnsanlar devlete olan güvenlerini yitirdiler.

Sonra “gen aşıları” dediler. Bunun mucidi (bulanı) Uğur Şahin ne dedi? Ben yeni bir aşı geliştiriyorum, bu, delta varyantına etkisiz, dedi. Şu anda yüzde doksan dokuz delta varyantıyla ilgili diyor.

“Lan”, yalan söyleyen adam, milyon dolarlar kazandı. Adaletin bu mu dünya? Benim söylediğimi söyledi, ben ceza yedim!

Biyontek aşısı olanlar;

Gençlerde kalp krizi salgını var, haberiniz var mı?

Gencecik insanlar evlerinde ölü bulunuyor. Merak etmiyor musunuz?

Genç kalp krizi salgını var.

Sağlık Bakanlığı, sen merak etmiyor musun?

Sağlık fakülteleri, ne işe yarıyorsunuz?

Hitlerin doktorları gibi, bebek araştırmalarında bir numaralar!

Tavşan boku gibiler, ne kokuyor, ne bulaşıyorlar!

Aşılı arkadaşlarım aspirin kullanıyoruz, dediler.

Kalp ritim düzenleyici, kan sulandırıcı alarak kendini koruyorsun da, halka neden demiyorsun?

Bu kadar mı ruhunuzu vicdanınızı sattınız?

Kimden korkuyorsunuz? Milletten korkun! Allah sizi bildiği gibi yapsın!

Bir ülkenin “emini” hâkimiyetini kaybettiği zaman, personel, başı kesilmiş tavuk gibi nereye gideceğini bilemez!”

*
Sonra yine o gen sıvıları üzerine anlatmaya devam etti:

“ Öleceksin! Beyne pıhtı atıyorsun! Doktoruna gideceksin!

Patır patır gidiyorlar! Kaybediyoruz! Bu her aşı olanda olacak değil ama (riski) artırıyor.

Çocukların “koronaya” yakalanması milyonda birdi. Yakalanırsa ölmesi, on milyonda birdi.

Bu ülkenin medyası var mı? “Cici medya!” Kaçınız duydu 25 Temmuz’da Uğur Şahin’in bu deklarasyonunu? (bildirisini)

İsveç, Danimarka… 35 yaşın altının aşılanmasını yasakladı. Gençlerde kalp problemleri yarattığı için. Lütfen aşı olan yakınlarınızı uyarın, bir kardiyolog (kalp- damar hastalıkları uzmanı) kontrolünden geçsinler. Kan pıhtılaşma ölçümünü yaptırsınlar.”

Bilgehan doktorun en güzel sözü de bu:

“Bir aşının başına Türk getirmekle o aşı Türk olmuyor!”

ENGELLİLER

Bilgehan Bilge’den sonra, sunucu çok az vaktimiz kaldı diyerek hemen sıradaki Engelliler Derneği başkanı Mustafa Kızılcan’ı sahneye aldı. İşte Mustafa Bey’in söze başlaması:

“ Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün evlatları, hoş geldiniz!

Dünyada en zor meslek anne baba olmaktır. Allaha emanet olun, kendinize iyi bakın!

İLLET KUTUSU

Bu bölüm belki de toplantının en ilginç bölümüydü. Çok güldüm…

Operatör doktor Kağan Karaman, elinde küçük bir karton kutuyla çıktı oraya.

Gerçeği ortaya çıkarmak için bir oluşum kurduk, dedi. Geçmişinden söz etti.

Bir illet kutum var, dedi. “Sıkıntılarımı oraya atıyorum. Kafamı rahatlatıyor. Kutuyu ya yakıyorum, ya denize atıyorum, ya üstüne basıyorum.”

Kutuyu açtı, içinden bir küre çıkardı: “Aha da küre!”

“Küreyi halledelim önce. Küre dediği balonumsu mor şeyi patlattı, kutudan attı.

Arkasından, maske, dedi. Bir maske çıkardı, salladı:

“Kontrol aracı bu! Bunu kölelere takıyorlar! Biz köle olmayacağız!

Yaşasın tam bağımsız Türkiye!” Burada, kutuyu yere koydu.

“Pandemi ne zaman bitecek?” diye soruyorlar. Al böyle bitecek!” dedikten sonra kutuyu ayağıyla patlattı, üstünde çocuklar gibi tepindi. Devam etti:

“İki yıldır etrafımızı kuşattılar. Genelgeymiş. Benim Anayasam var.

Kullanımdan kaldırılan bir kelime: “Hayır!” (dinleyenleri coşturdu, birlikte seslenildi)

“Köleliğe, esarete, karanlığa, baskıya hayır! Özgürlüğe evet!

Sağ olun, var olun!”

UMUT PARTİSİ

Yine İzmir marşının bir bölümü çalınırken, Umut Partisi Genel Başkanı sahneye çıktı. Abdulkadir Bozkurt Bey.

“Ülkemizde çok güzel bir masal yazılıyor!” diye söze başladı. Halkımız kaygılı mutsuz, dedi. Aşı konusuna girdi:

“ S. Cumhurbaşkanı aşıda gönüllülük esas dedi. Herkes aşı yapılmak zorunda bırakılıyor… Sonra ne olacağını bilen yok. Küçük bebekleri aşıladık, diyor. Sen korkmuyor musun, yirmi yıl sonra o bebeğe ne olacak?"

ANNE

Yeni konuşmacı bir anneydi. “Ömrüm her anne gibi evladımı korumakla geçti.” dedi. Tiyatronun son perdesi Paris antlaşması, dedi. Sözünü yeminiyle bitirdi:

“ Ülkemizi dışa bağlı bir ülke haline getirmek isteyen küreselcilere ve yerli işbirlikçilerine izin vermeyeceğiz! İzin vermeyeceğiz!"

ERKAN TRÜKTEN

Sunucu onu yazarımız geliyor diye tanıttı. İstanbul Üniversitesi tarih bölümü mezunuymuş. Televizyonlarda yayınlara çıkıyormuş, Yeni Dünya Düzeni hakkında konuşuyormuş. Diğer mitinglere de katılmıştı.

“Yine başımıza gelenler geldi!” diyerek sözü aldı. “Yer değiştirme operasyonları yapıldı.”

Sesini yükseltti:

“Ne yaparsanız yapın biz kazanacağız!

Devletten daha büyük bir şey var dünyada. Halk! Millet olmadan devlet olmaz!

Gerekirse bu halk sivil direniş yapar! Eğri olanı doğrultur.

Yapman gereken çok basit bir şey var: Haklarını bilmen!”

Toplantının burasında yayın kesildi.

( İzleyenler yayın sabote edildi dediler.) Bundan sonrasını ekran görüntüsü yana çevrilmiş, yalnızca sesi dinlensin diye çekim yapılan bir yerden dinledim. Merak eden bilgi ağında tüm konuşmayı arayıp bulabilir. En kötüsü de yayın bitmeden sakallı beyaz gömlekli tipin, yayının sonunda birlikte söyleneceği duyurulan, İzmir’in dağlarında marşının ilk melodileri duyulurken yayını çat diye kapatmasaydı. Konuşmalar bitti, yayını kapattım dedi, başladı vıdı vıdı yorumlar yapmaya.

İzmir Marşı’ndan rahatsız olanlarla, “Yaşa Mustafa Kemal Paşa, yaşa!” denmesini içine sindiremeyen, beyinleri yıkanmış, yıkanmakta olan Atatürk düşmanlarıyla, yurdumuzu işgalden, ulusu ölümden kurtaran, Kurtuluş Savaşı başkomutanımız, Cumhuriyeti, bağımsızlığımızı bize armağan eden, devrimlerle ulusumuzu yücelten yüce Önder Atatürk’ün adının sevgiyle coşkuyla anılmasından rahatsız olanlarla nereye gideceğiz?

Yeryüzünde devlet kurucusunu sevmeyen saymayan tek bir bağımsız ülke gösterebilir misiniz?

Konuşmalar güzel de, nasıl el ele tutuşulacak?

Bu coşku nasıl yayılacak?

Nasıl direnilecek?

Yoksa hepsi kendimizi avutma mı?

Cumhuriyet treni kaçtı kaçar mı?

İğnecilere, küreselcilere nasıl dur denecek?

Feza Tiryaki, 21 Ekim 2020