NASIL BECERDİNİZ?
Yolunuz hiç Kumluca Düğün Salonu’na düştü mü bilmem. Düşerse güney kısmındaki duvara bir bakın. Üşenmemiş, birinci kata da ikinci kata da fırça ile yazı yazmışlar. Yazdıkları şey de bir şey değil.
Hikayeyi bilirsiniz: Bizim Temel Amerika’ya gitmiş. Otele yerleşmiş. Ama odadaki tuvaleti bulamamış. Sıkışmış da garibim. Ne yapsam diye düşünürken başındaki şapkanın içine yapıp pencereden dışarı atmak gelmiş aklına. Şapkayı çıkarıp içine yapmış, pencereyi açmış, olabildiğince uzağa fırlatmak için şapkayı sallarken şapka elinden kurtulmuş, içindeki de tavana yapışmış. Temel düğmeye basmış, gelen görevliye beş dolar uzatmış ve tavandakini işaret ederek “Şunu bir temizleyiver!” demiş. Görevli bir Temel’e bakmış, bir tavana, bir Temel’e bakmış bir tavana… Sonra cebine davranmış. 50 Dolar çıkarıp temele uzatmış. “Sen şunu al da, demiş, bunu nasıl yaptın bana bir anlat!”
Bizim çocuklar da yazı yazmaya o kadar meraklılar ki ne sıcak biliyorlar ne soğuk, ne yağmur biliyorlar ne de elden günden utanıyorlar. Gidip boyayı fırçayı alıyorlar, dışarıdan ikinci kata da tırmanıyorlar ve yazı yazıyorlar. Hiç olmazsa duvar yazıları gibi güldürücü bir şey yazsalar. O da yok. “Öksürükten tiyyare/Selam söğlen oyyare!”
Ben düşünüyorum: Acaba 12 Eylül öncesindeki siyasi yazılar yazanların çocukları veya torunları olabilir mi bunlar? Öyle ya huy da soyaçekimin sonucudur. Ama 12 Eylül öncesi yazı yazanların yaşı altmışı geçti. Torunların çocukları bile büyüdü. Onların hiç olmazsa söylediği bir şey, halka verdiği bir ileti vardı. Bunların içi bomboş . Derler ki portakal çekirdeğinden portakal değil turunç fidesi çıkar. Her meyvenin çekirdeğinden çıkan fide de yoz olur. Bizim çocuklar da öyle zahir.
Uygar ülkelerde duvarlara rastgele yazı yazılmıyor. Yazı yazılacaksa bile grafiti denen resim ya da duvar süsleri yapılıyor.
Haydi o çocuklar eşşoğlu eşşşşek. Duvarına yazı yazılan binanın sahipleri veya sorumlularına ne demeli?
SOMSÖZ. SÖYLEMEYE DİLİM VARMIYOR…