O ŞEHİTTİR “ŞEHİT” DİYE ANAYIM,

LAKİN SANA ÇAREM YOK Kİ SUNAYIM,

SEN BANA YAN BEN DE SANA YANAYIM,

O TOPRAKTA, SEN ZİNDANDA, BEN SÜRGÜN.

O şehittir “şehit” diye anayım,

“Şehadet” dinimizin kutsallar uğruna ölenlere bağışladığı en yüksek rütbedir. Ayet-i kerimede “Şehitler için ‘öldü’ demeyin! Çünkü onlar dipdiridir…” buyuruluyor. Bu söz inananlar için ölüm karşısındaki en büyük tesellidir. Herkes biraz şehit olmak ister. Burada ozanımız arkadaşının eceliyle değil, düşman eliyle öldüğüne ve doğrudan cennete gideceğine inanıyor. Yani artık ona sorgu sual yok. O, cennetle müjdelenenlerden.

Burada “şehit” kavramı üzerinde biraz düşünmekte yarar var: Dinimizin şehit kavramından anladığı şey, “düşmanla savaşırken ölen kişi”dir. Bu sözcüğün anlamı kullanan kişiye göre değişmektedir. Dinimizin bu sözcüğe yüklediği anlam, “dini değerler uğruna mücadele ederken ölen kişi”dir. Bunun en uç noktası, “kafirlerle savaşırken silahla vurulup ölenler”dir. Tabii din ve devlet için savaşırken asker sadece cephede savaşmaz. Bazıları cephede savaşan askerlere çeşitli biçimlerde yardımcı olur. Onlar da ölürse şehit sayılırlar. Devletimizin kanunları ise görev sırasında ölen asker, polis, itfaiyeci gibi hassas görevlere mensup olanları da şehit saymakta ve devletimiz onlara ve yakınlarına şehit maaşı bağlamaktadır.

Devletin böyle bir işinde olmasa bile bazı kişiler birlikte çalıştıkları kişiler tarafından şehit sayılmakta ve öyle adlandırılmaktadır.

12 Eylül öncesinde sağ eğilimli kişiler solcular tarafından şu ya da bu biçimde öldürülen kişileri şehit saymışlar ve yüceltmişlerdir. Onların cenazelerini propaganda amacıyla sloganlar atarak, gövde gösterileriyle defnetmişlerdir. Bu durum kendi mücadelelerinin ne kadar kutsal olduğunu göstermek ve dindar camiayı yanlarına almak içindir.

Bugün bile dini inancı olan kişiler vatan, millet, ezan, din, bayrak, bağımsızlık gibi tüm insanlığın kutsadığı değerler uğruna mücadele edenleri gazi ya da şehit mertebesine yükseltmektedir.

Her düşünceye mensup olanların ölenleri, kendi adamları tarafından şehit rütbesine ulaşmış sayılmaktadır.

Tabii bu kavram en çok da Ülkücü camia tarafından benimsenmiştir. Ülkücü camiaya mensup olanlar, Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş, hiçbir katkısı olmayan saf evlatlardı. Kendilerini Türklerin İslamiyet’e girdikleri zamandan bu yana edindikleri kültürel değerlerin bekçisi saymışlar ve bu değerler uğruna her türlü fedakârlığı yapmışlardır. Buna canlarını vermek de dahildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi 12 Eylül öncesinde davanın büyük olduğuna öyle inanmıştık ki bu uğurda dayak yemiş, vurulmuş, hapishanelere düşmüş, istikbalimizden olmuştuk. Ama davamızdan dönmemiştik. Bir nesil Türklük davasına kendini adamıştı.

SÜRECEK