Lakin sana çarem yok ki sunayım,

Hapse giren kişi için yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Hiç kimsenin eli ermez, gücü yetmez. Suç kişiseldir. Hiç kimse başkasının yerine hapse giremez. Mahpus mahkemenin kendisine verdiği cezayı çekecek ve çıkacaktır. Ya da hükümet affedecektir.

Derler ki hapis en kötü cezalandırma biçimidir. İnsan orada kendisiyle baş başa kalır. Bir öfke ile işlediği suçun cezası her zaman olduğundan daha büyüktür. İnsan hayatının en güzel yıllarını birkaç metrekarelik bir alanda bağlı olarak geçirmektedir.

Ülkücü camia için hapis daha büyük bir cezadır. Çünkü onlar devlet tarafından ve millet tarafından cezalandırılmayı değil ödüllendirilmeyi bekliyorlardı. Yani bir çeşit sükut-ı hayale uğradılar.

Bu işin bir başka boyutu da dava arkadaşlığı boyutudur. Dava arkadaşlığı ülkücü camianın bireylerinde kan kardeşliği mertebesindedir. Yani Ozan Arif’in içindeki yangın şu ya da bu kişi için ortaya çıkmış bir yangın değil, dava arkadaşı için yükselen alevlerin yangınıdır.

Sen bana yan ben de sana yanayım,

Sen bana yan ben de sana… Sürgün olmak da en azından mahpus olmak kadar büyük bir cezadır. Elbette gittiği yerde sürgünlere kahraman muamelesi yapıldığı da olur. Ama bu muamele ona kendi yurdunda eni konu dolaştığı keyfi asla vermez. Hele hele yukarıda söylediğimiz gibi devlet ve millet tarafından ödüllendirilmeyi beklerken sürgüne mahkum olmak, yad elde insana koyar da koyar.

O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

SÜRECEK