Ozan Arif 1949 yılında doğmuş, 1972 yılında öğretmen olmuş. Bir müddet öğretmenlik yapmış. 1970 yılından itibaren Ülkücü camia arasında şiirleriyle tanınmış bir ozan. Sazıyla ve sözüyle güçlü bir ozan. Hani her dizesi bir gülle denir ya. Öyle bir ozan…
Ozan Arif ile yolumuz kesişmiş değil. Ama aynı davayı gütmüş, aynı olayları bizzat görmüş yaşamış biri olarak kendisini kendime yakın hissederim. Kendisi benden on yaş büyük olsa da aynı kaynaklardan beslendiğimizi, aynı endişeleri taşıdığımızı biliyorum. O Karadenizli ben Akdenizli. Bulunduğumuz yerlere dizleye dizleye, hiç kimseye diyet borcu olmadan geldiğimiz için doğruları söylemekten çekinmeyen bir kimlik sergiledik, sergiliyoruz.
Devletimiz bizi 14-15 yaşlarında aldı, okuttu. Dedi ki, “Bildiklerinizi yüksek sesle söylemekten korkmayın. Hiçbir çıkarın önünde eğilmeyin! Hiçbir makam sizi ne bağlayabilsin, ne korkutabilsin! Amacınız millete ve devlete hizmet olsun! Bu uğurda hiçbir özveriden kaçınmayın! Hatta tek başınıza kalsanız bile doğru bildiğiniz yolda yürümeye devam edin!”
Bizim kuşağın ne yüksek çıkarlardan haberimiz oldu, ne de yüksek siyasetten. Duyduklarımızı yüksek sesle söylemekten, ozanlarımızın milletin duygu ve düşüncelerini dillendirmekten başka hiçbir kaygımız olmadı.
Ben okuduğum yazar ve ozanların toplamıyım. Siyasetçilerin söyledikleri ve yaptıkları bile bende ozanların yazanların süzgecinden geçtikten sonra renk ve biçim kazanır. Çünkü bilirim ki siyasetçi sürekli karnından konuşur. Ozanlar ve yazanlar ise doğru bildiğini söyler. Söylediklerinde -yanlış bile olsa- samimidir.
İşte Ozan Arif Şirin ile tanışmamız, bilişmemiz buradan gelir. Bu yüzden onun sürgün yıllarında (1980-1991) yazdığı “Sürgün” adlı şiirini biraz çözümlemek istedim. Bu şiir aynı zamanda 68 ve 78 kuşağının da muhasebesidir.
Şunu da söylemekte yarar var: Her açıklama biraz özneldir. Bir sözün üç boyutu vardır: Birincisi söylemek istediklerinizdir. İkincisi söyledikleriniz, üçüncüsü ise karşınızdakinin anladıklarıdır. Biz üçüncü boyutundayız. Bu biraz da bizim yaşadıklarımızla, okuduklarımızla yakından ilgilidir.
Burada şunu da söylemekte yarar var: 12 Eylül öncesinin can pazarında biz kolumuzu bacağımızı yitirmedik. Hapis de yatmadık. Sürgün de yaşamadık. Ama şehit olanların da, sakat kalanların da, istikbalinden olanların, mahpus yatanların, can korkusu çekenlerin de acısını yüreğimizde duyduk. Dayak yedik, korktuk, endişelendik. Geceleri devlet nasıl kurtulacak, millet nasıl zengin ve kalkınmış olacak diye tartıştık. Biz o zamanlar kanı kaynayan, devlet ve milletin selameti için her türlü özveriden kaçınmayan bir kuşaktık. Tek gücümüz Ozanların olduğu gibi samimi olmaktı. Düşünüyorum da çoğumuz köylerden gelmiştik. Hemen hemen hiçbir sermayemiz yoktu. Kaybedecek hiçbir varlığımız da. Tek sermayemiz kafamızdaki ülkümüz ve yüreğimizdeki sevdamızdı.
Şimdi gelin Ozan Arif neler söylemiş, biz ne anlamışız bir göz atalım:
SÜRECEK