OZAN ARİF’İN “SÜRGÜN” ŞİİRİNİ ÇÖZÜMLEME DENEMESİ 3

Abone Ol

SÜRGÜN

ÜÇ GARDAŞTIK BİR ZAMANLAR ÜÇ GARDAŞ,

O TOPRAKTA, SEN ZİNDANDA, BEN SÜRGÜN.

AKLIMIZA GELİR MİYDİ HİÇ GARDAŞ?

O TOPRAKTA, SEN ZİNDANDA, BEN SÜRGÜN.

Bu şiir aynı ülküleri taşımış, aynı acıları yaşamış üç arkadaştan sürgünde olanın ağzından, mahpus olana gönderilmiş bir mektup, bir muhasebe metnidir. 12 Eylül öncesinin kargaşa ortamında hayatını kaybedenlerin, kolunu bacağını, aklını dimağını yitirenlerin, mahpusta yatanların, istikbalinden olanların, korku çekenlerin ve sürgüne gidenlerin farklı bedel ödediklerini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Elbette herkesin ödediği bedel farklı. Ama o bedelin onlarda bıraktığı iz farklı değil. Şehit olanlar en değerli varlıkları olan canlarını verdiler. Kurtuldular mı? Hayır. Çünkü onların gerideki anaları, babaları, kardeşleri eşleri ve sevdikleri insanlar yaşamaya, hem de acıları ta iliklerinde duyarak yaşamaya, devam ettiler. Aynı durum en hafif cereme sayılan korkular için de geçerlidir. Bazılarımız, “tehlike geçince korku da geçer” diye düşünür değil mi? Ne kadar yanlış? Korkunun ve endişenin insan ruhunda ve aklında yarattığı vuruklara (travma) ne demeli? Korku öyle bir ceza ki insanı uykusunda bile yalnız bırakmaz. İnsan bir kere korkmayagörsün, gölgesinden bile korkar. Geceler, sesler, düşler hep bir heyula olur da üstüne çullanır insanın.

Bazı arkadaşlarımız, “Biz yiğitiz korkmayız” diyebilir. O günleri ben de yaşadım. Hem de en deligöz çağımda. Kelle koltukta gezdiğimizin çoğumuz farkındaydık. Bir yerde serseri kurşunla vurulma ya da bir köşede şişlenme tehlikesi her zaman vardı. Ya korkanlar? Kendinden korkanlar, sevdiklerinden korkanlar, geleceklerinin belirsiz olmasından korkanlar…

Arif bu şiirde belirsizliğin her türlü sıkıntısını çekenlerden üç simge kişiyi öne çıkarıyor: Ölenler, zindana girenler ve sürgüne gidenler. Bu, ötekilerin olmadığı anlamına gelir mi? Bir kuşağın üstünden dozer gibi geçildi. Üstelik bu kuşak zeki, donanımlı ve bu milletin selameti için her şeyini paylaşmaya hazır bir kuşaktı.

Üç rakamı birçok anlatının belkemiğini oluşturur. Masallarda üç birlik kuralı vardır. Halk öykülerinde, fıkraların bir kısmında üçlü bakışım geçerlidir. Çay içerken bile ev sahibi “Ya üç, ya hiç!” diye ısrar eder. İnançların çoğunda da üçleme mevcuttur. Üçün asıl önemi, sadece biri değil, “ötekileri” de anlatmasıdır: Ben, sen, o… Bence ozanımız üç gardaşın şahsında 12 Eylül öncesinde ve sonrasında acı çeken tüm insanları kastetmektedir.

Acı çekmeyen “tuzu kuru” kişiler de vardı kuşkusuz. Ama o yıllar milletin üstünden silindir gibi geçmiştir.

SÜRECEK

{ "vars": { "account": "G-D88DGY52YP" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }