OZAN ARİF’İN “SÜRGÜN” ŞİİRİNİ ÇÖZÜMLEME DENEMESİ 6

Abone Ol

12 Eylül yönetimi bütün bunların istihbaratını yapmıştı. Yani kim yol kesti, kim silah kullandı, kim yasaların ardından dolaşıp haksızlık yaptıysa hepsini kaydetmişti. Yasal yapılarda görev alanların listesi zaten devlette vardı. Yasal olmayan yapıları da yönetim –yapabildiği kadar- deşifre etmişti. Polis ve jandarmadan bilgi aktarımı yapılıyordu. Yani iş barışını bozan sendikaları, okullardaki terörden sorumlu örgütleri, bunları gazlayan siyasetçileri, olabildiğince, görüyordu yönetim.

Gördüklerini zindanlara attı ve yargıladı. İhtilaldan itibaren herhangi bir nedenle olay çıkaranlar ya da olaylara karışanlar sorgusuz sualsiz zindana atıldı ve en az 90 gün olmak üzere orada tutuldu. Fazlası? Fazlası devlet baba sorup soruşturacak, bir yerlerden başka bir suçunuz yoksa ve yaptığınız şey suç teşkil etmiyorsa -tabii biraz da şanslıysanız- çıkarsınız. Yoksa ortalık sütliman oluncaya kadar potansiyel suçlusunuz, salıverilmezsiniz. O günlerin iletişim koşullarında memleketinize, şuraya buraya yazı yazılacak da cevap gelecek de devletlu savcılar sizi salıverecek. Yani “ölme eşeğim ölme!”

Zindan koşulları elbette ağırdı. Adı üstünde olağanüstü hal, olağanüstü yönetim, olağanüstü işkence. Ozan Arif o işkenceyi C 5 adlı şiirinde anlatır. Kendisi zindana düşüp işkence gördü mü bilmiyorum. Ama orada anlatılan işkence tam bir “olağanüstü hal” işkencesidir.

Gerçek midir, değil midir bilmiyorum. AKP hükümeti Ankara’daki Ulucanlar cezaevini kapatıp müze yaptı. İşkence efektleri eşliğinde cezaevini gezenler pek etkileniyorlar. Ben de gezdim ve etkilendim. Askerin, polisin, hakimin ve savcının yüzü soğuktur. Onlar emir verildiği takdirde ana babasına bile ateş edebilecek bir disiplinle yetişir. Yani görev verilince kimseyi tanımaması ondan beklenir. İnsan olan insan, insana kıymaz. Ama subaylar ve hukukçular görev vermişse yerine getirecek cellat ruhlu insanları da bulurlar ve görevlendirirler.

Askerin işi sevdirmek değil, korkutmaktır. Asker, “Korku dağları bekler” diye düşünür. 12 Eylül kadrosu da her iki taraftan şikâyet edilenleri ‘gelinen noktanın suçlusu’ saymışlar ve onların gözünü korkutmak istemiştir. İşkencenin nedeni bizce odur. Her türlü işkence yapılmış mıdır? Yapılmıştır. Neden? Çünkü o dönemde “dayak cennetten çıkmadır” anlayışı hakimdi. Hiçbir yerde çağdaş sorgulama yöntemi uygulanmazdı. Basit bir suçu bile söyletmek için adamı falakaya yatırır, eşek sudan gelinceye kadar ıslatırlardı. Bu durum öykülere ve fıkralara konu olmuştur (Bakınız, Aziz Nesin, Fil Hamdi Nasıl Yakalandı?). Çağdaş sorgulama yönteminde deliller toplanır, değerlendirilir, sorgulama yapılır, rapor yazılır ve savcı da o rapor üzerinden iddianamesini hazırlar. Eski yöntemde ise önce suçlu yakalanır sonra da suçunu itiraf edip raporu imzalayıncaya kadar işkenceden geçirilirdi. Bu jandarmada da poliste de böyleydi.

Anlatan arkadaşlar solcularla bir arada bulunmanın, marş söyletmenin, İstiklal Marşı’nı okutmanın, psikolojik işkence olduğunu söylüyorlar. Orası hapishane. Dışarısı olağanüstü hal.

Hapis hayatı zaten başlı başına bir işkencedir.

SÜRECEK

{ "vars": { "account": "G-D88DGY52YP" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }