RAHMANİ Mİ ŞEYTANİ Mİ?

Abone Ol

İnsan rahman olan Allah’ın yarattığı en güzel varlıktır. Yaratılışı rahmani olup, tertemizdir. Sonra işe şeytan karışır. Doğduğu ailede, mahallede ve toplumda şeytan kulağına durmadan bir şeyler fısıldar.

Şeytan derki şunu al, bunu çal, ötekini ye, berikini iç… Bunların hiç biri toplum tarafından hoş karşılanan şeylerden değildir. Akıllıca da değildir. Ama yapmak kolaydır. Bazen şeytanın korosuna nefis de katılır. Dinen haram ve günah olan ne varsa hepsini insanlara şeytan ve nefis telkin eder. Bu yüzden dinler inananlara şeytanın dediğinden uzak durmayı telkin ederler. Amaçları insanların zararlı şeylerden uzak durup yararlı şeylere yönelmesidir. Bu sadece bizim dinimiz olan Müslümanlıkta değil, hak ya da batıl öteki dinlerde de mevcuttur.

Dinlerin yaptırımları, inananlaradır. İnanmayan kişiler dinin yasaklarına bağlı kalmak zorunda hissetmezler kendilerini. Bizim dinimiz insanların hem akıllarına hem de gönüllerine hitap ederek onları zararlı şeylerden uzak tutmaya çalışır. Akıllı kişi, yararı ve zararı çıplak gözle görüp zararlıdan uzak duran kişidir.

Din içkiyi yasaklıyorsa, sağlığa zararlı olduğu için, dedikoduyu yasaklıyorsa, toplumu içten içe çürüttüğü için yasaklar. Toplumdaki sözgelimi trafik kuralları belli kurallara uyulmadığı zaman kargaşa çıkacağı, bundan da herkesin zarar göreceği için konmuştur. Saygı ve sevgi beşeri ilişkileri güzelleştirdiği için baş tacı edilir.

Şeytan ne der? Kardeşim sen sensin, ben de benim. Yaşça büyük olman benim sana saygı göstermemi gerektirmez. Hepimiz birer bireyiz. Benim sana ikram etmem neden güzel olsun? Zaten yiyeceğim bana yetmiyor. Paylaşmak da neyin nesi? Altta kalanın canı çıksın. “Dünya bir kazan, kulpundan tut sen de kazan. Bal tutan parmağını yalar. Devlet malı deniz, yemeyen domuz…”

Bu düşünceleri uzun uzun sıralamak mümkün.

Üstelik şeytan insana değişik kisvelerle yaklaşır. Bazen güzel bir kadın, bazen cömert bir dost, bazen bir akraba, kimi zaman da bankacı, satıcı, hatta din adamı kılığında.

Akıllı olan bu fısıltılara pek kulak vermez. Ama işin içine nefis de girer ve o da bir yandan sıkıştırmaya başlar. Bir kereden bir şey olmaz der. Ucundan accık der. Kalbini bozmadıkça zararı dokunmaz diye sürekli üsteler.

Bireyin şeytanın ve nefsin bu çığlıklarına karşı dayanabilmesi için ailesinden ve toplumdan çok sağlam eğitim almış olması gerekir. Ya da aklını çok iyi kullanması.

Hikâye çoktur ya! Erzincan’da iki şeyh vardır. Biri köyde yaşar, öteki kasabada. Köydeki çobandır, kasabadaki kavaf. Onlar da atışırlar. Kibarca, kendi meşreplerince. Köydeki şeyh bir mendile su doldurur, düğümler getirir hediye olarak. Kasabadaki şeyh mendili dükkânının duvarına asar. Az sonra bir kadın girer dükkana. Ayağının ölçüsünü verirken eteği biraz yukarı sıyrılınca köyden gelen şeyhin kalbine vesvese girer. Duvara asılı mendildeki su damlamaya başlamıştır. Kasabadaki şeyh, “Ben onun derdini biliyorum” der ve bir mendile kor halinde kömür doldurup mendilin yanına asar. Şeyhin mendilinden damlayan su, damlamaz olur.

Halk denilen usta bunu şöyle yorumlar: Köyde erişmek kolaydır. Çünkü orada insanı günaha sokacak şey çok değildir. Yiğit olan yiğit, kalabalık yerde erişir. Kul Himmet de ne demiş? “Cehennem dediğin dal odun yoktur/ Herkes ateşini buradan götürür.” Ona öykünen bir başkası da “Cennet denilen yer de gül yaprak yoktur/ Herkes gülünü yaprağını buradan götürür” demişti.

Sonuç olarak Bu dünyada da öteki dünyada da mutlu olmak için şeytanın sözlerine kulak tıkamak gerekir.

SOMSÖZ: İNSAN RAHMAN’A UYMALI.

{ "vars": { "account": "G-D88DGY52YP" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }