TUTUCULARIN TUTUMU

Abone Ol

TUTUCULARIN TUTUMU

Atatürk devrimleri karşısında tutucu davranan en büyük kitle dindarlardı. Daha sonra milliyetçiler ve liberaller gelir. Halk da zaten canına tak etmedikçe bunların ardından gider. Tutuculuk biraz da halk kitlesinin mayasında vardır. O geleneklerine bağlıdır ve kafa konforunu bozmak istemez. Ama halkı asıl bağlayan din ve din adamlarıdır. Onlar “ Allah böyle istiyor” ya da “Peygamber böyle yapardı” dediler mi akan sular durur.

Osmanlıdan Cumhuriyete kalan terekede tutucular büyük yer tutar. Deyim yerindeyse dindarlar mürekkep yalamış umur görmüş kişilerdir.  Cumhuriyet de her türlü hesabını kitabını bunlarla yapacaktır. Çünkü devlet çarkı ancak okumuşlarla döndürülebilir. İnisiyatifi de bunlar alacaktır. Atatürk’ün yanındaki devrimin gereğine inanmış kişiler bir avuçtu. Ötekilerin çoğu ikiyüzlü davranırlar.  Ya sessiz dururlar ya da ayak sürüyüp devrimi sulandırırlar.

Devrimlerin üzerinden 85 yıl geçmesine rağmen bugün de onları tartışma konusu yapanlar ve başka yönlere çekmeye çalışanlar var.  onlara göre saltanat da hilaft de kaldırılmamalıymış. Neden? Çünkü ileri dönemlerde Osmanlıyı tekrar ancak Osmanlı sülalesi ayağa kaldırabilirmiş. Hilafet ise bütün Müslümanları bir arada tutan ve aynı yöne bakmalarını sağlayan bir kurummuş.

Kadınlara haklar verilmesi yanlışmış. Çünkü din onlara gerektiği kadar hak veriyormuş. Onların iş alemine girmek ve çalışmak nelerine gerekmiş. Evde çocuk büyütsünlermiş.

Halkçılık yanlışmış. Yani cahilin oyu ile alimin oyu aynı olabilir miymiş?  Bu düşünce Cumhuriyetin seçkincileri tarafından baş tacı edilir. Halk bir şey bilmez. Sadece yemeyi, içmeyi ve tembellik yapmayı düşünür.

Milliyetçilik yanlışmış. Çünkü Türkler “Ben Türk’üm” derse ötekiler de “Ben Arap’ım, Ben Kürt’üm, Ben Çerkez’im” deme hakkı kazanırlarmış. En iyisi dini zeminde birleşmekmiş.

Yazı devrimi ile bir gecede binlerce kitap çöp olmuş, yüzbinlerce bilgin cahil. Tam bir kültür kesintisi. Kılık kıyafet devrimi ile gavurlara benzemişiz. Bırakalım herkes istediği gibi giyinsinmiş.

Laiklik dinden çıkmakmış. Herkes içki içip, kumar oynayabilirse toplumun çivisi çıkarmış. Dinin direği ahlak imiş. İnsanları dini konularda serbest bırakırsanız abdest namaz kalmazmış. Tabii ahlak da tükenirmiş.

Allah insanlara dört karı olabilir diye emretmiş. Bir erkeğin ancak bir kadınla evlenebilmesi fuhşu arttırırmış. Bu, dünyanın sonuymuş.

Medeni kanunu başka ülkelerden tercüme etmişiz. Bizi bozarmış. Bize yakışan İslam Hukuku yani Mecelle imiş.

Dil canlı bir varlıkmış. Ona midahale edilmezmiş. Sanırsınız hayvanları istediğimiz gibi çiftleştirip eğitmiyoruz, ağaçları istediğimiz gibi budayıp aşılamıyoruz. Doğadaki tüm canlılar kendiliğinden yetişiyor.

Dil konusundaki en önemli itiraz eski sözcüklerin içinin dolu olduğu. Onlar hayatımızdan çıkınca boşluk olacakmış. Bu, yaşlı birinin yaşamımızdan çıkmasına razı olmamak gibi bir şey. Evet, onlar da deneyimli, sevgi pıtırcığı ama vakti geldiğinde hayatımızdan çıkıp gidiyorlar. Birçoğu evlerde konuk durumunda. Onları bırakmamak için direnmenin anlamı var mı?

Bazı sözcükler yanlışmış. Olabilir. Ama dilbilim bu konuda birçok şeye cevaz veriyor. Bence Türkçenin ses yapısına ve Türk’ün anlayışına uyan her sözcük Türkçedir. Halk da yanlış türetmeler yapıyor, yanlış söylüyor. Ama anlaşmasını kendi diliyle, kendi malıyla yapmak istiyor. Neden sizin yabancı sözcüklerinize mahkum olsun. Yurdumuzu güzelleştirmek nasıl bizim yurttaşlık görevlerimizden ise dilimizi güzelleştirmek de görevimiz. Nasıl yurdumuzun dağlarında taşlarında başka dillerin bayraklarına tahammül edemiyorsak dilimizde de başka dillerin sözcüklerine tahammül edemiyoruz.  

Ben kendi adıma, “Nereden gelirse gelsin bütün yabancı sözcüklere Türkçenin imkanlarıyla, Türkçenin ses yapısına uygun karşılıklar bulalım, sözlüklerini hazırlayalım, gene kullananlar hangisini isterlerse onu kullansınlar” derim.

SOMSÖZ: DİLİMİZ, NAMUSUMUZDUR.

{ "vars": { "account": "G-D88DGY52YP" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }