Ünlü olmak üzerine çok yazı yazdım. Ünlü merakımız üzerine çok yazı okudum. Ünlüye neye tapılır, ünlüler neye sevilir, ünlünün neden etkisinde kalınır? Nedir bu ünlü merakı insanların? Bu sorular, insanı ilkel çağlarına taşıyor. Çağımızda da insanları kullanmaya, ünlü yaratarak, ünlü üzerinden kolayca para kazanmaya, çıkar sağlamaya kadar götürüyor.

Her işimiz bitti şimdi de ünlülerin “cıslama” reklamları başladı. Yediğimiz içtiğimizi, giydiğimizi çıkardığımızı, akla gelen her ihtiyacımızı, siyasetteki yolumuzu bile onlara belirletirlerdi reklam yaptırarak, şimdi daha da ileri gidildi. Doğrudan sağlığımıza el attırıldı bu boş düdüklere, her devrin döneklerine, paranın kul kölelerine… Sağlıkta başka sorunumuz yok, her şey güllük gülistanlık, artık dünyadan da ölümler kalktı, doğan sonsuza kadar yaşayacakmış gibi bir algı oluşturuldu. Cıslanırsan, kolunu kaptırırsan küreselcilere, kurtuluyorsun, yaşam eskiye dönüyor, mesafeler kalkıyor, okuluna neye gidiyorsun, düğününü derneğini yapıyorsun, toplantılar, bir araya gelmeler, sosyalleşmeler… yeniden insan oluyorsun. İyice belli değil mi? Salgın olmayan bir salgının korkutmacasıyla yeni bir düzen kuruluyor dünyada. Bu, işin yapısı gereği birilerinin yürü ya kulum dedikleri, güce tapanlar, bir rastlantı adını duyurtanlar, yalakalığın babaları… Parayı verenin düdüğünü çalanlar yine ortalıktalar, şaşırtmadılar, bir işaretle küreselcilerin amaçlarına hizmete soyundular, insanlığın geleceğine el attılar.

Neye ünlü ettiysek bunları. İki film çevirmeyle, iki rol atmayla, iki şarkı mırıldanmayla, iki içi boş espriyle insan güldürmeyle ünlenmişler… Onlar olmasa onların yerine başkaları ünlü edilecekti çünkü ünlüye ihtiyaç var bu düzenin dönmesi için.

Kendi aklımız bize yetmiyor, bu ünlü edilenlerin akıllarına muhtaçmışız demek. Onlar diyecek tıpış tıpış yapılacak. “Cıslattırın” kendinizi, tek çare kolunu kaptırmak diyerek kamera karşısına çıkmışlar bir takım maskaralar, bizim elimizle ünlü edildikleri yetmezmiş gibi bir de para almışlardır bu dedikleri için…

Ünlü olmanın yararı saya saya bitmez. Sen yaparsın adı sapıklık olur, ahlaksızlık olur, onlar yapar kendilerinden kırk yaş küçük kızlarla gönül ilişkileri yaşarlar, ses edilmez, HDP’ye oy isterler, şapka çıkarılır, ekmek için Ekmelettin’e oy vermeyen Atatürkçüyüm demesin, diyebilecek kadar dinciliğe, iktidara yalakalıkta sınır tanımazlar, vardır bir bildikleri denir. Açık saçıklıkta rekor kırarlar, olmadı kara çarşaflara bir anda bürünüverirler, saç sakal koyverirler, neye olmasın denir, kırk kalıba girerler, yakışır beyime denir, ünlü olmak kolay mı denir… Üstüne bunları görünce ayılıp bayılınır, önlerine bir yatmadıkları kalır insanların.

Kendi yeteneğiyle, doğuştan gelen özelliğiyle, birikimi, bilgeliğiyle, dahiliğiyle ünlü olan yok mu?

Var ama onlar kendilerini kullandırmazlar, kendilerini toplumu aydınlatmaya, ileri götürmeye verirler…

Kemal Sunal öyleydi, en küçük bir falsosunu duymadık. Uğur Mumcu satılmazlığının, cesaretinin bedelini canıyla ödedi… Gerçekten büyük yazarlarımızın, sanatçılarımızın, şairlerimizin ünü ülke sınırlarımızın dışına çıkamadı, küresel çeteye hizmet edemezlerdi çünkü… Kemal Sunal yaşarken son yıllarında iyice unutulmuştu, ne film çevirtiyorlardı, ne dizilerde oynuyordu. Bakmayın şimdi her kanalda her gece bir eski filminin gösterilmesine. Eski güzel günlerimiz sürüyormuş gibi insanları filmleriyle uyuşturup o filmlerle aldatıyorlar. Büyük doktorlarımızın, bilim insanlarımızın adını sanını kimler biliyor? Televizyon kuklası değilsen, sahibinin sesi değilsen, paragöz değilsen kim takar seni? Bu dönemde Canan Karatay’ı bile konuşturmuyorlar. Aman bunların arı kovanlarına çomak sokar, yanlışlarını yüzlerine falan vurur… Beyin cerrahı Bilgehan Bilge, sosyal ağlarda kendi bilimsel düşüncelerini söylüyor, toplumu uyarıyor, bedelini ödetiyorlar anında. Çetenin elemanıysan, açgözlüysen, bölücülere yakınsan, Cumhuriyetinin gizli düşmanıysan öne iteklenirsin. Çetenin çıkarına hizmet ediyorsan, o insanlara büyük bir iştahla cıslatacakları o şeyi bir anda buluverdim dedirtirler sana, buna da inanılır, parsayı toplarsın, elin oğlu – kızı sana ödül bile verir. Dergi kapaklarına geçersin karı koca bir anda. Kim adına çalışırsın, kim sana para aktarmış, sırtını sıvazlamış bunlara aldırılmaz, kimse işin gerisine, arka perdesine, işin mantığına bakmak istemez. İnsanlık ne zamandan beridir böyle robotlaştırıldı, düşünmeyi, akıl yürütmeyi unuttu bilinmez…

En son ekranlarda iki ünlünün böyle bir, sanal kavgasını izledik. Biri gazeteci yazar, diğeri televizyon sunucusu, konuşmacısı, ağzı laf yapanlardan, işini bilenlerden…

Öyle bir tartışmaydı ki bu, tek taraflı yürütülen, şaşkınlıktan ağızlar açık kaldı. Gündemi saçma sapan sözler, arabesk göndermeler, gülünecek durumlar aldı götürdü. İnsanları kendi yaşamlarından kopardı, ülke gündemini kararttı.

Bir canlı yayında, sırf bu iş için yapılan bir yayında ününü bir zamanlar (doksanlı yıllarda) işletmeleri, lokantaları ekibiyle basarak, küçük esnafın dükkânlarını, mutfaklarını baskınla, oldubittiyle gösteri amaçlı teftiş ederek, böcekleri, küfleri göstererek kazanan bir televizyon ünlüsü; bir gazetecinin yazdığı iki satır eleştiriyi kendi üstüne alınıyor, ağza alınmayacak sözlerle yazanı lanetliyor. Kendini kaybetmiş, ağzından köpükler saçılıyor, mezarıma, cenazeme gelme demeye kadar işi vardırıyor.

Memleket yolsuzluklara bulanmış, bütün bunları üstelik yeraltı dünyasının bir kişisi açıklıyor, siyasetçilerin yolsuzlukları almış başını gitmiş, karapara aklayıcı bir kişinin, kollanan korunan, yurtdışına çıkışına yardımcı olunulan bir kişinin kurdurduğu televizyon üzerine konu. Adı “Artı Bir” imiş. Adı da kuruluş hikâyesi gibi bir garip.

Ben hiç bu adı duymadım, yayınlarını izlemedim, gezi olayları sırasında böyle bir yayının olduğunu bilmiyordum. Neyse, bir takım anlı şanlı gazeteciler, gösteri dünyasının gösterişli konuşmacıları, sunucuları, TV programı yöneticileri bir araya gelip bir televizyon kanalı kuruyorlar. Sonra işin parasal yönünü ödeyecek, bu işten kâr da edecek bir patron aranıyor, bulunan kişinin arkasındaki isim de bu karaparacı gündemdeki kişi, son günlerde adını duyduğumuz ama bir zamanlar herkesle bir araya gelmiş, resimler çektirmiş bir kişi.

Çıktığı bu özel veryansın etme yayınında sarı ceket içine mavi gömlekli televizyoncu göz kamaştırıyordu. Egosuyla, ağza alınmayacak sözlerle, kardeşim dediğinden vefasızlık gördüğünde o kişiyi nasıl yere batırabilir gösteriyordu. Belki de en baştan bütün bunlar kurguydu. Karaparacıyla adı çıkmışsa, sular bulanmışsa, bu nasıl temizlenecek? En basit ve emin yol bu. Zeytinyağı gibi üste çıkmak, düşman bastırmadan hücuma geçmek…

Söylenen şuymuş: “Dürüst ve güvenilir (!) araştırmacı gazetecilerin SBK (S. B. Korkmaz) aşına su katmak istemem ama, SBK’nın kafakola aldığı gazetecilerin listesi ABD’de açılan davanın iddianamesinde yazıyor... Kimlere televizyon kanalı kurdurdukları bile orada yazıyor!”

Neden karşılıklı konuşulmadan, beni ima etti denilerek kavga başlatıldı o gece? Ertesi günü de araya aracı sokularak, yanlış anlaşılma imiş denilerek ters dönüldü. O kişi benim kardeşimmiş deniverdi.

Hem insan kardeşine (!) böyle şeyler diyebilir mi bir anda? Yüzüne de değil, arkasından, ekran önünde:

“Bize yaptığı işe bak ya! Yaptığına bak ya!” “Çok ayıp ya!”
“Yerin dibine bat. Sana yazıklar olsun!”
“Çok ayıp yazıklar olsun, sen adam değilmişsin!” “Bana ima ile kara çalacak adamın alnını karışlarım.” “Hodri meydan, çok ayıp ya!” “Sen artık değersizsin!” “Değerli ağabeyim deme sen artık değersizsin! ”
“O kadar seviyordum onu, bitti artık! Sırtımdan kanlar akıyor, ter değil!”
“Gıcığın ne senin, alıp veremediğin ne meselen var?”
“Cenazeme gelmesin, benim için kapanmıştır defteri!”

İstese kendine doğrudan yanıt verilemez miydi? Bu rezillik aynı anda bitirilmez miydi? Bunun yerine o bağırtılarına şu yanıt geldi o gece: "Neticede kanal kiminmiş?”

2014 yılında, gazeteci Mustafa Mutlu bir yazısında, Ekmelettin sevgisini eleştirmiş ünlü televizyoncunun, anımsamada yarar var:

“…Recep Tayyip Erdoğan iktidara geldiğinde ona inanan, “Arena”ya çıkartıp suya sabuna dokunmayan sorular soran sen değil miydin?
Hele bir söyle de öğrenelim, “Ilımlı İslam” Atatürkçülüğün neresinde var?
Sen Ekmeleddin Bey’i istediğin gibi destekleyebilirsin... Alt tarafı ömrün izin verirse bir beş-on yıl sonra da onun için “Yanılmışım, ben onu demokrat sanmıştım” dersin; olur biter!”

Sizi bilmem ama ben kimseden o saçma sapan seçim adayından sonra, yanılmışım dendiğini duymadım. Çünkü her yapılan bilinçli, bilerek, bir amaç için, çetenin çıkarı öyle gerektirdiği için…

Bizde ünlüysen, artık bu kadar kusurun olacak. Ün, tüm yanlışları, falsoları bir anda örtüyor çünkü. Bu sanal - yapay tek taraflı kavga milleti germişti, barış (!)geldi herkes rahatladı.

Ünlü olmak böyle bir şey işte!

Onların sevgisi, atışmaları, aşkları, dedikleri, demedikleri toplumu müthiş oyalıyor, insanlara kendi dertlerini, ülke sorunlarını unutturuyor.

Olamaz dediğimiz kanal açılıyor, temeli atılmış, aslında atılır gibi yapılmış. İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu, o köprünün kanalla falan ilgisi yok, amaç insanlara temel atıldı bu iş oldubitti algısı vermek diyor. Muhalefetten ses yok. Toplumdan doğal olarak bir karşı duruş yok.

İğneciler işi azıttı, meydan boş, “cıslayacak” insan avına çıkmışlar, bu ruhsat almamış, yalnızca acil kullanım onayı almış sıvıları, neredeyse toplumun yüzde seksenine katmış olacaklarmış önümüzdeki ayın ortalarına kadar. Üç ay koruyor dedikleri sıvıyı yaz gününde, gribin yok olduğu ortadan yitip gittiği günlerde verip duruyorlar insanlara. Bu “şeyle” karşılaşma olasılıkları sıfır olanları, doğada çalışan sağlıklı, güçlü bireyleri, yani tarlalarda çalışanları, dağda koyun otlatanları bile bulup, kollarına veriyorlar gelecekte neler yapacağı bilinmeyen, denenmemiş bu sıvıları. Üstelik pozlar attırarak, bir başarı hikâyesi gibi sunarak. Sonrası, üçüncü doz, sonbaharda bakarsınız dördüncüsü, her üç ayda bir ondan sonraki… Yaş sınırını on sekizlere kadar indirdiler. Bu şey, Hataylı’nın (?) bulduğu bir şeymiş gibi, pek matahmış, kalp kaslarını sanki o bilinmez şey zayıflatmıyormuş, kanda pıhtılaşmaya neden olmuyormuş, yenice yan etkileri çıkmamış gibi, olmayan şeyin koruyucu şeyiymiş gibi gösterilen o gelecekte ne yapacağı bilinmeyen şeyi bulduklarına vuruyorlar…

Suç örgütü lideri konuşuyor, ülkemiz insanı gerçekleri öğreniyor…

Uğur böcekleri uçuşuyor, acı gerçekler kafamıza dank ediyor…

Feza Tiryaki, 29 Haziran 2021