ÜRETİME İHTİYACIMIZ VAR

Abone Ol

ÜRETİME İHTİYACIMIZ VAR

Üretim, insanların ve hayvanların işine yarayacak ürün ve bilgi üretmektir. Bazılarımız üretim denince sadece bedensel çalışmanın ürünlerini anlar. Halbuki beyin terinin üretimi de en az o tür ürünler kadar değerlidir. Ama paylaşılmayan, insanların yararlanmasına sunulmayan hiçbir üretimin değeri yoktur.

Bazı dostlar, “Benim çalışmaya ihtiyacım yok. Zaten öteki dünyaya bir şey götüren de yok. Kefenin cebi delik” diyor ve kendisine verilen ömrü telef ediyor. Telef etmek, yani boşu boşuna harcamak.

Senin bir şeye ihtiyacın olmasa bile senin ürettiğin şeylere ihtiyacı olanlar var ve sen onları görmezden gelemezsin. Geliyorsan sende bir şeyler eksiktir.

Kuşlara yuva yapmak, kedilere köpeklere yiyecek ve su vermek. Bir suyu ya da bir binayı ihya edip insanların hizmetine sunmak. Dağdaki bir suyu yolun kıyısına getirip insanların hizmetine sunmak. Bütün bunları kendi helal kazancınla ya da bizzat emeğinle yapmak. Bunu niçin söylüyoruz? Bazıları bir şeyler üretmek ya da bir hayır işi yapmak için paranın ya da zamanın olmadığından yakınır. Paran yoksa emek ver kardeşim. Emek veremiyorsan emek verebilecek olan kişilere ön ayak ol. Yani yaşlıysan ve güçsüzsen bir hayır işine ön ayak ol.

Bir işe yara! Birinin işine yara!

Hükümetler insanları zorla çalıştırmazlar. Böyle elindekini avucundakini şu ya da bu biçimde azaltır, insanları geçim sıkıntısına sokar ve onları çalışmaya zorlarlar. Sıkıntı içinde yaşamak yerine bir şeyler üretip insanların işine yaramak daha doğrudur. Yani çalışırsak sende de var bende de var; çalışmazsak ne sende var ne bende.

Bazı kişiler de çalışmayı ve üretmeyi yaşamın anlamı sayıyor. Onlar ürettikleriyle birçok canlının işine yarıyor. Aldıkları keyif de kendilerine kalıyor. Böylece yaşamları daha anlamlı hale geliyor.

İnsanların kıymet bilmemesi içimizde kırılmalara, küskünlüklere neden olabilir. Ama inanıyoruz ki yaşamayı anlamlı hale getiren büyük bir kayıt sistemi var. Hiç kimse bilmese bile bir yerlere kaydedildiğine inanmıyor muyuz? İnanıyoruz. Biz bizden öncekilerin diktikleri ağaçların meyvesinden, gölgesinden, yaprağından, çiçeğinden yararlanmıyor muyuz? Biz bizden öncekilerin binbir zahmetle edindikleri bilgilerin ve birikimlerin semeresini yemiyor muyuz? Onlar o ağaçları dikmeseler, o bilgileri edinip bizimle paylaşmasalar yurdumuz da kafalarımız da çöl gibi olmaz mıydı?

Bir atasözümüz, “Hiçbir şey kazanmasan bile öğrendiğin kârdır” der. Deneyerek, yaşayarak geçen zaman yaşanmamış sayılabilir mi?

İnsanlarımızın bazısı da “Artık bizden geçti” diye düşünüyor. Geçer mi hiç? Denemek için, öğrenmek için, yaşamak için asla geç değildir. Böyle düşünenler “ölmeden ölmüş” demektir ki ölmekten de kötüdür.

Birçok kişi benim gibi gençliğinde işe yarar bir şey üretmeyi öğrenmemiş olabilir. Yolun sonuna gelince kafasına dank etmiş de...

İnsanoğlu zamana meydan okumak ister. Dünyaya gelen herkes için geçerlidir bu. Çocuklar istediklerini almak için bu yüzden ağlar. Ölüm döşeğinde bile insanlar bunun için iyileşmenin hayalini kurar. Dili dolaşa dolaşa bir şeyler anlatmaya çalışır. İnsan zamanın avucunda buruşturulup çöp olacaksa yaşamanın ne anlamı var?

Aynı durum hayvanlar ve bitkiler için de geçerli. Tayı anasından doğar doğmaz kalkıp yürümeye zorlayan da, çorak arazide bitmiş bir ahlat ağacının çiçek ve meyveye durmasını sağlayan da bu “zamana meydan okuma” tutkusudur.

Ne duruyoruz? Milyarda bir şansımız olan yaşamayı elimizin tersiyle itecek miyiz? Zamanın çeperlerine tutunma fırsatını kaçıracak mıyız?

SOMSÖZ: YA ÖĞRENEN OL, YA ÖĞRETEN! ÜÇÜNCÜSÜ YOKLUK.

11 Ekim 2024 Cuma

ÜRETİME İHTİYACIMIZ VAR

Üretim, insanların ve hayvanların işine yarayacak ürün ve bilgi üretmektir. Bazılarımız üretim denince sadece bedensel çalışmanın ürünlerini anlar. Halbuki beyin terinin üretimi de en az o tür ürünler kadar değerlidir. Ama paylaşılmayan, insanların yararlanmasına sunulmayan hiçbir üretimin değeri yoktur.

Bazı dostlar, “Benim çalışmaya ihtiyacım yok. Zaten öteki dünyaya bir şey götüren de yok. Kefenin cebi delik” diyor ve kendisine verilen ömrü telef ediyor. Telef etmek, yani boşu boşuna harcamak.

Senin bir şeye ihtiyacın olmasa bile senin ürettiğin şeylere ihtiyacı olanlar var ve sen onları görmezden gelemezsin. Geliyorsan sende bir şeyler eksiktir.

Kuşlara yuva yapmak, kedilere köpeklere yiyecek ve su vermek. Bir suyu ya da bir binayı ihya edip insanların hizmetine sunmak. Dağdaki bir suyu yolun kıyısına getirip insanların hizmetine sunmak. Bütün bunları kendi helal kazancınla ya da bizzat emeğinle yapmak. Bunu niçin söylüyoruz? Bazıları bir şeyler üretmek ya da bir hayır işi yapmak için paranın ya da zamanın olmadığından yakınır. Paran yoksa emek ver kardeşim. Emek veremiyorsan emek verebilecek olan kişilere ön ayak ol. Yani yaşlıysan ve güçsüzsen bir hayır işine ön ayak ol.

Bir işe yara! Birinin işine yara!

Hükümetler insanları zorla çalıştırmazlar. Böyle elindekini avucundakini şu ya da bu biçimde azaltır, insanları geçim sıkıntısına sokar ve onları çalışmaya zorlarlar. Sıkıntı içinde yaşamak yerine bir şeyler üretip insanların işine yaramak daha doğrudur. Yani çalışırsak sende de var bende de var; çalışmazsak ne sende var ne bende.

Bazı kişiler de çalışmayı ve üretmeyi yaşamın anlamı sayıyor. Onlar ürettikleriyle birçok canlının işine yarıyor. Aldıkları keyif de kendilerine kalıyor. Böylece yaşamları daha anlamlı hale geliyor.

İnsanların kıymet bilmemesi içimizde kırılmalara, küskünlüklere neden olabilir. Ama inanıyoruz ki yaşamayı anlamlı hale getiren büyük bir kayıt sistemi var. Hiç kimse bilmese bile bir yerlere kaydedildiğine inanmıyor muyuz? İnanıyoruz. Biz bizden öncekilerin diktikleri ağaçların meyvesinden, gölgesinden, yaprağından, çiçeğinden yararlanmıyor muyuz? Biz bizden öncekilerin binbir zahmetle edindikleri bilgilerin ve birikimlerin semeresini yemiyor muyuz? Onlar o ağaçları dikmeseler, o bilgileri edinip bizimle paylaşmasalar yurdumuz da kafalarımız da çöl gibi olmaz mıydı?

Bir atasözümüz, “Hiçbir şey kazanmasan bile öğrendiğin kârdır” der. Deneyerek, yaşayarak geçen zaman yaşanmamış sayılabilir mi?

İnsanlarımızın bazısı da “Artık bizden geçti” diye düşünüyor. Geçer mi hiç? Denemek için, öğrenmek için, yaşamak için asla geç değildir. Böyle düşünenler “ölmeden ölmüş” demektir ki ölmekten de kötüdür.

Birçok kişi benim gibi gençliğinde işe yarar bir şey üretmeyi öğrenmemiş olabilir. Yolun sonuna gelince kafasına dank etmiş de...

İnsanoğlu zamana meydan okumak ister. Dünyaya gelen herkes için geçerlidir bu. Çocuklar istediklerini almak için bu yüzden ağlar. Ölüm döşeğinde bile insanlar bunun için iyileşmenin hayalini kurar. Dili dolaşa dolaşa bir şeyler anlatmaya çalışır. İnsan zamanın avucunda buruşturulup çöp olacaksa yaşamanın ne anlamı var?

Aynı durum hayvanlar ve bitkiler için de geçerli. Tayı anasından doğar doğmaz kalkıp yürümeye zorlayan da, çorak arazide bitmiş bir ahlat ağacının çiçek ve meyveye durmasını sağlayan da bu “zamana meydan okuma” tutkusudur.

Ne duruyoruz? Milyarda bir şansımız olan yaşamayı elimizin tersiyle itecek miyiz? Zamanın çeperlerine tutunma fırsatını kaçıracak mıyız?

SOMSÖZ: YA ÖĞRENEN OL, YA ÖĞRETEN! ÜÇÜNCÜSÜ YOKLUK.

11 Ekim 2024 Cuma

{ "vars": { "account": "G-D88DGY52YP" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }