(Önce "Yalanlar Seferi" yazısıyla yazarımızı tanıyalım, sonra "Nobel'e aday gösterilebilen, o rezilce yazılmış İnce Memed'ini inceleyelim.)
*
Ya, okuduğumuzu anlayacağız, ya da, körü körüne, bize dayatılan kişileri benimsemeye, ne olursa olsun onları baştacı etmeye devam edeceğiz.


Yaşar Kemal için ,“büyük yazar” pohpohlamaları, her yıl olduğu gibi bir kez daha ortalığı sardı. Kimse; ülkemiz için en büyük tehlike olan bölücülüğü öven, destekleyen bir kişinin bu tarafını görmek istemezse... ne diyeceğini bilemiyor insan.


Her yanı yazar olsa, erişilmez bir deha olsa ne çıkar; ülkemizde gözü olanlarla aynı oyuna girmişse, gözümüzden çok sevdiğimiz yurdumuzu çakalların önüne atmaktan çekinmemişse, kan ve irfanla kurulan Cumhuriyeti bir kalemde silmeye kalkışmışsa, kıyıcıya (acımasız), öldürücüye (katil) hak vermiş, onları korumuşsa...
Yazarın en çok bilinen kitabı “İnce Memed.” Türkçe adlar “d” ile bitmez kuralına karşın, burada, sonu “d” ile biten bir Türkçe ad. Muhammed’in Türkçeleştirilmişi: Mehmet'tir. Türkçe yazım kuralına aykırı bir yazımla yazıldı "İnce Memed".


Çocukken okuduydum, sen de okudun mu muhabbetlerinin duyulduğu bu günlerde, “İnce Memed” kitabını, yeniden okumalı ve yazarının terör örgütüne, bölücülüğe desteğini, yabancı basına söylediklerini, yazdıklarını anımsayarak yeniden değerlendirmeliyiz.
”Eski çamlar bardak oldu”, diye uyarırlar, eski bildiklerini durmadan geveleyenlere, dediğinden şaşmayanlara.


Bizde bir türlü eski çamlar bardak olmaz. Eski solcuların suçları, Cumhuriyet karşıtlıkları, Cumhuriyetimize ettikleri kötülükler, bugünlere gelmemizdeki rolleri bilinir de, kimse ortaya dökmek istemez.


O beğenmediği Cumhuriyet; “Cumhuriyet hükümetinin şiddeti,” her şeyi yerle bir eden bir fırtına gibi, Anadolu'nun üstünde esti.” diyerek yerdiği ve “Türkiye’nin halkı yaklaşık yetmiş yıl boyunca bu kadar çok zulme, işkenceye, yoksulluğa ve açlığa nasıl tahammül etti? “ dediği Cumhuriyet, ortaokulu bitirememiş, vasıfsız, diplomasız biri olan kendisine, öğretmenlik bile vermiştir. Beğenmediği Atatürk Cumhuriyeti ona, Adana, Kadirli'nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941 – 1942) yaptırmış. Bir yıl böyle çalışmış. Aynı Cumhuriyet ona, ortaokulda yatılı okuma şansı (Türk Maarif Cemiyeti’nde yatılı okuma) sunmuştur (Bu şansı devamsızlığı nedeniyle yitirmiş). Atatürk harfleriyle okumuş, genç cumhuriyetin kurdurduğu bir kitaplıkta (Adana halkevi kitaplığı) ona iş verilerek (1942), yatacak yer gösterilerek Türk ve Dünya yazınıyla tanışması sağlanmış, bu sayede bol bol kitap okumuş. Halk edebiyatını araştırmış, yazılarında Türk halk destanlarından bolca yararlanmış...
Bunca ünlenince, o meşhur Nobel’e aday gösterilmesinden (1973) yıllar sonrası, 1995 yılında diyebilmiş bu sözleri. Hem de ne zaman? Ülkemizde dış güdümlü bölücü terör başlatılmış (1984), kanlı örgüt, devlete başkaldırarak, asker sivil demeden toplu kırımlar yapıyorken, 1995 yılına kadar da sayısız kırımlar, köy basmalar, araç taramaları, sivil halkı araçlarından indirip taramalar... gibi anlatılamaz insanlık suçları, devletine başkaldırı suçu işlenmişken, tutup Cumhuriyet karşıtı, terör örgütünü koruyucu, “Yalanlar Seferi “ adlı bir yazı yazmış yazar.
Bunu, Almanya’da ünlü bir dergide yayınlatmış, orada, kendini adam eden Cumnuriyeti, bu kanlı terörün Batı ülkelerince -yayılmacı ülkelerce- desteklendiği bir dönemde üstelik, suçlayarak;
“Türkiye’nin halkı, bu kadar çok zulme, işkenceye, yoksulluğa ve açlığa nasıl tahammül etti? Bu gerçekten bir mucizedir.” demekten hiç mi hiç utanmamıştır.


Hem, "Türkiye'nin halkı" denilmez, "Türk halkı" denir ona.


O makalede yazılanları anlayarak okusak tüylerimiz ürperecek, o yazısı için mahkemeye düştüğünde, ceza almış almamış fark etmeyecek, en azından kim kimdir öğrenilecek. Böyle kıyıcı bir örgüte nasıl arka çıkılmış, kim bölücülüğe, Cumhuriyetimizin bu hale getirilmesine yardımcı olmuş göreceğiz. Yok öyle, bir yurtsever olarak, hem askerini, ordunu koru, sev; hem de, Yaşar Kemal’i bağrına bas, ah ne kitaplar yazmıştı, de!..


Bu tıpkı, Atatürk döneminde bile, yeni kurulan Cumhuriyete karşı kışkırtıcılık yapan, Soyyet rejimi benzeri bir sistemi Cumhuriyetimizin yerine koymak istediğini saklamayan, bunun Rusya’da eğitimini gören, bu nedenle de Atatürk döneminde hapis yatan Nazım Hikmet’i, “büyük şair “ diyerek sevmeye benzer.


Kitapları hiç okunmayan, sevilmeyen Nobelcimiz, ulusumuza kara çalarak bu ünvanı alan O. Pamuk ne demişti o zamanlar Yaşar Kemal için:
“Kendisine hayrandım” “... işte onun anlattıklarında bir kaşık resmi görüş yoktu, hepsi şahsi tarihti. Şahsi tarih ise dürüst bir tarihti.”


Yine, "makalesini" okumaya devam edelim. DP’nin iktidara gelişinin kutlanmasına bakınız:
“Türkiye 1946 da çok partili sisteme geçti ve 1950 de Demokrat Parti, o zamana kadar tiranlık yapmış olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin elinden iktidarı aldı. Bu köleleştirilmiş ve hakları gasp edilmiş bir halkın gerçekleştirebileceği hakiki bir mucize idi.”


“Büyük” yazarın, Türkçeyle yazar olmuş, adını duyurmuş yazarın, dünyaya karşı söylediği yalanlar:
“... sonra beklenmeyen şeyler oldu: Onlarca yıllık zulümden mefluç hale gelmiş olan Türk halkı uyuklarken, korku dolu ve çekingen de olsa Kürt halkı içinde direniş gelişiyordu.”
Alın size Türkçenin büyük yazarından halkı ikiye bölme becerisi.


“Çünkü bu baskı hükümranlığı esnasında en vahşice ezilen, açlık çeken, yoksulluk içinde kıvranırken etnik katliamlara uğrayan Kürt halkı idi. Bu halkın dili kanunen yasaktı, bu halkın kimliği, onlara “Dağ Türkleri" ismi verilerek inkâr ediliyordu ve bu halk, her 10-15 senede bir Anadolu'nun dört yanına dağıtılıyordu.”


Alın size ikinci bir ayrıştırma sözleri. Bu halkın dili demiş. “Kürtçe “ diye bir dil mi varmış? Böyle bir dil var idiyse neden onunla yazmamış o “güzel” romanlarını? Hadi yazamamış, sonra neden çevirememiş? Hazır Nobel’e bile aday gösterilmişken, bunca ünlenmişken? Yoksa, o dil dediği şey, aslında bir sürü birbirini anlamayan, dil denmeyen kabile ağızları mıymış? Neden şu anda TRT “Kurdi” adı altında, Sorani, Kurmançi, Zazaki ağızlarında yayın yapılıyor?
Hani nerede “Kürtçe?” Türkçeye benzeterek Türkçenin seslerinin yerini değiştirerek bulduğunuz olmayan dile ne oldu?


“Şeytan aldı götürdü / satamadan getirdi!”


Yoksa tek ayak üstünde kırk yalanın belini mi büküyorlar burada?


Kırımla, asker öldürerek işe koyulan, köyleri basan terör örgütü, bir güzel temize çekiliyor:
“Sonunda silahlı bir çatışmaya dönüşen Kürtler'in yükselen direnişi.”demiş büyük yazar.
Gördünüz mü, siz teröriste lanet edin, şehitlerinize, öldürülen suçsuzlara içiniz yansın, büyük yazar, bu yapılanlara, “Kürtlerin yükselen direnişi!” desin. Yalanlarıyla onları korusun:
“Önce Türk halkını yanıltmak için, inanılmaz bir propaganda kampanyası başlatıldı. Çünkü Türk halkı yanıltılmaksızın Kürtler'in direnişi kırılamazdı.”


Buraya dikkat ediniz beyler hanımlar, bu yazının adı da zaten “Yalanlar Seferi”:
“ Bir yalanlar seferi başlatıldı: ... Kürtler memleketi bölmek ve bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyorlardı.” Buna, yalan diyor, yani herkesin bildiği gerçeğe, terör örgütünün yandaşlarının her yerde söylediği bu gerçeğe yalan diyor, yazar.


Doğruyu, büyük küresel oyunda kendisi gibi düşünenlerin bölücülüğünü görmemizi, yayılmacı maşası kanlı örgütün amacının memleketi bölmek olduğunu, şimdilik bilmemizi istemiyor. Bunlar uydurulan yalanlarmış. Yalanlar seferi başlatılmışmış...


Vay anam vay... Bu terör örgütü ne amaçla kurulmuştu acaba? “Kanaryaları Koruma Derneği" miydi neydi bunun aslı? Yoksa, tek dertleri bu oluk oluk akıttıkları kanın tek nedeni, o beş dakikadan fazla bir şey anlatmaya yetmeyen, sözcükleri yetersiz, başka dillerden toplama, İngiliz’in de, sonradan bu konuşma ağızlarına alfabe uydurduğu, türlü çeşitli kabile ağızları mıymış? O ağızlarla tarih boyunca yazılmış, yazılabilmiş bir kitap var mıymış? Şu an önlerinde hiç bir engel yok, açılımla iyice beslendi bölücüler, istedikleri yerde istedikleri kitabı gazeteyi basarlar. Hani nerede o zaman bastırdıkları? Gazete basmayı Almanya’da kaç kez denedilerdi, kimse almamıştı, kimseyi pek ilgilendirmemişti, sonra o gazetenin bir küçücük yerini bir ağızla (hangisiydi bilmem) yazdılardı. Gerisi Türkçe.
Bu sözleri söyleyebilene, şehit edilen Türk askerleri için bu kadar acımasız konuşabilen birine, siz hâlâ büyük yazarımız deyin bakalım:
“Ardından Kürtler'in zalimce saldırıları ve ölen Türk askerlerinin cenazeleri öyle abartılı bir duygusallıkla yansıtıldı ki; neredeyse her Türk’ün önüne çıkan ilk Kürt'ü öldürmesi gerektiği söylenebilirdi.”


Onun diliyle “Türk askerlerinin cenazeleri,” bizim dilimizle, “şehit askerlerimizin cenaze törenleri” büyük bir duygusallıkla yansıtılmış. Yurdumuzu koruyan, kollayan askerin, kalleşçe pusularla öldürülmesine üzülünmesini, onlara yanılmasını, ulusça buna tepki gösterilmesini, “Bu cenazeler, öyle abartılı bir duygusallıkla yansıtıldı ki” diye şikayet ediyor büyük yazar Yaşar Kemal.
“Abartılı bir duygusallık.” Bu çirkin sözü, Türkçeyle ünlenen, para kazanan, Cumhuriyetle adam olan, Batı’nın sömürgesi, yayılmacıların tutsağı, marabası olmaktan kurtulanlardan biri olarak, Yaşar Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Batı’ya şikayet ederken, teröristlere destek isterken diyebiliyor.
Sonra, “ neyse ki, bu çabalar sonuçsuz kaldı”diye açıklıyor durumu. Yani her Türk, önüne çıkan ilk “Kürt” ü öldürmemiş. Kışkırtıcı, yanıltıcı bir dil, olursa bu derece olur. Bu kadar seviyesiz olur.
Bakın teröristlerin adı neymiş? Batı’ya anlattığı masallara, bu şerbetli yalancı, neredeyse destan diyecek, teröristi kutsayacak:
“Dağlarda gerillalar köy korucularını, bunlar da gerillaları öldürmeye başladılar. Gerillalar köy korucularının evlerini bastı ve onları kadın ve çocukları ile birlikte vurdu. Köy korucuları da “yurtsever" olarak tanımlanan gerillaları aileleri ile birlikte öldürdüler. Gerilla vurunca cinayetleri devletin üstüne yıkıyordu: devlet öldürünce gerillaların üstüne.”


Bir kanlı çeteye, “Gerilla” diyerek onları yüceltiyor. Gerilla, orduya yardımcı olan, düşman gerilerine saldıran vurucu çete demek. Düşman kim burada? Bir de orduları mı varmış bu katil sürüsünün?
Dünyada nerede görülmüş “gerilla” denilenlerin ev basması, kendi toplumunun insanlarını, çoluk çocuğu öldürmesi. “Gerillalar köy korucularının evlerini bastı ve onları kadın ve çocukları ile birlikte vurdu.” Hem bunu anlatıyor, böyle, hem de bunu yapan katillere “gerilla” diyebiliyor.
Yetmiş iki yaşındaymış bunları dediğinde, aklı başındaymış.
Daha sonrası şöyle yazının:
“Bu topyekûn savaşta inanılmaz katliamlar ve işkenceler yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti, becerebildiği kadarı ile denizi kuruttu. Ancak balığı yakalamayı beceremedi. Amerikan ordusu da Vietnam'ı “kurutmuş” ve verimli toprağı çöle çevirmişti.”


Türk dilinin ustasına (?) bakın! Kurtuluş Savaşı’yla kurulan devletine, başkasının devletinden söz eder gibi, her satır başında “Türkiye Cumhuriyeti” diyor. Bu tarz, bir Amerikalı, ülkesi için konuşabilir mi? Bir Fransız? İngiliz? Türkçesi gerçekten güçlü. Hakkını yemeyelim. Ya ülkemizdeki Batı’nın beslediği ayrılıkçı terörü, Amerikan – Vietnam ilişkisine, bu tarihin en pis savaşlarından birine benzetmesi? Biri, ta Amerika’dan sömürmek için elin vatanına gelen "Dünya jandarması" denilen baş yayılmacı devlet. Buna benzettiği ise Atatürk’ün önderliğinde, Türk ordusunun, halkıyla birlikte yayılmacılara karşı savaşarak kurduğu bağımsız Türk devleti. Kendisini kul iken birey eden, en üst yerlere yükselten, dünyaya karşı başını dik eden çağdaş devlet.
Türk ordusunu Amerikan ordusuna benzetiyor. Türk ordusu başka toprakları işgal etmiş (?) ve oraları (?) kurutmuşmuş...
Kandırmacada, kıvırtmakta üstüne yokmuş, bu sözle iyice anladık. Sözünün burası alkış ister!
Yalnızca “savaş” yokmuş, bakın daha neler yumurtluyor:
“Hükümet, yüzbinlerce insanı yerinden yurdundan etti, bu insanlar açlık ve perişanlıktan yarı ölü, oradan oraya dolaşıyorlar, ne evleri var, ne de çadırları.”
Yani diyor ki, gelin bu insanları kurtarın. Perişanız... Burayı işgal ediniz...
“Ankara bir halklar göçü başlattı ve böylelikle silahsız Kürt halkına da savaş ilan etti.”
Silahlıya savaş ilan etmiş, silahsıza da böylece savaş ilanı etmiş... Kim, nere? Ankara. Hay senin diline...
Sonra bölücü amaçla kurulan, hiçbir demokratik ülkede kuruluşuna izin verilmeyecek bu ayrılıkçı etnik köken (?) partisine, terör örgütünün temsilcilerine bir koruma, bir sahiplenme:
Bu partileri kuranlara bir bölgemizi bağışlıyor, “Doğu Anadolu kökenli insanlar bir parti kurmuşlardı.”
İyi, kökenleri neyse bu köken, “Doğu” imiş.
“Bu parti yasaklandı. Onlar da yeni bir parti kurdular, bu parti de yasaklandı.”
Şikayet ettiği yere bak! Oralarda, milyonlarca Türk işçisi, milyonlarca yabancı yaşıyor. Sorun bakalım, biri biri, etnik kökene dayalı, ayrılıkçı bir parti kurabilir mi, kurdururlar mı?
Burada dikkat dikkat: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna saldırılıyor. Bu sözlerde, dil uzatma, düşmanlık, zarar verme, ulus devleti çökertme isteği var:
“Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunda Türk halkına az da olsa verdiği temel hakları Kürtler’e de vermek zorundaydı. 21. yüzyılın eşiğinde, hiçbir halk, hiçbir etnik halk grubu insan haklarından mahrum edilemez. Sadece Türkiye değil, hiçbir ülke buna muktedir değildir. Amerikalılar’ı Vietnam'dan, Sovyetler’i Afganistan'dan kovan ve Güney Afrika’daki mucizeyi yaratan güç, insanların gücüydü.”
Bu ne demek? Ben demeyeyim, siz deyin, büyük yazarı pek seven okurları desin!
“Türkiye Cumhuriyeti, bu savaşın sürmesi nedeniyle lanetlenmiş bir ülke olarak 21. yüzyıla girmemelidir.”


Lanetlenmiş ülke! Neresi? “Türkiye Cumhuriyeti!”
Lanet ne? Tanrının sevgisinden yoksunluk!
Lanetli sözünü 1982 basımı, Kemal Demiray sözlüğü, işin tuhafı Y. Kemal’in şu örneğiyle açıklamış: “Herkes ona... lanetli, ürkütücü bir yaratığa bakar gibi bakıyordu.”
“Türkiye’de de bizler, gerçek bir demokrasiye giden yolun sadece Kürt sorununun barışçı bir çözümünden geçtiğini bilmeliyiz.” diye de işi tatlıya bağlayacak. “Barışçı çözüm”. Neyin çözümü, ülkenin paylaşılmasının mı? Dilin paylaşılmasının mı? Türkçenin karşısına hangi dille çıkmayı düşünüyorsunuz? Bir kültür diliniz olmadığına göre (olsa o dilin yazarı olurdu), Kuzey Irak örneği de şu anda bizim önümüzde örnek oluşturduğuna göre, İngilizceyle çıkacaksınız ortaya. Batı’nın gözü olan Doğu Anadolu’nun zengin yerüstü yer altı kaynaklarını da Batı’ya, İsrail’e peşkeş çektireceksiniz...


Çok cin fikirliymiş Yaşar Kemal, çok büyük yazarmış çok...
Emekleri unutulmaz...
Oturun, yazarının bu üçüncü ölüm yıldönümünde, İnce Memed’i bir daha okuyun, oradaki Cumhuriyete baş kaldıran eşkiya övgüsünü, jandarmamıza yergiyi okurken, zevkten dört köşe olun, kendinizle de övünün!..
Ne büyük yazarları okuyorsunuz!..
Feza Tiryaki, 1 Mart 2019


https://www.dunyabulteni.net/.../pkk-katliamlarinin...
https://bianet.org/.../160862-yil-1995-yasar-kemal...
(28 Şubat 2015'te 91 yaşında ölen yazar üzerine, bölücülük üzerine 2019'da yazılan bir inceleme yazısı. Bölücülük tehlikesi aynen sürüyor.)