Eski günlerimiz ile bu günün arasında en küçük bir ilişki, benzerlik kalmadı. Hani eskiden büyüklerimiz sık sık söylerlerdi “Ne idik ne olduk!” diye, diz döverlerdi, toplumdaki yozlaşmaları, özgürlüğün değerini bilmemeyi, taklitçiliği ayıplarlardı, şimdi sıra bizde; “Ne idik ne olduk!” biz demeyelim de şu günlerde, kimler desin?

Ulusal birlik, tasada kıvançta bir olmak ortadan kalkmış, basın yayının çoğunluğu dürüst değil, sahibinin sesi plak şirketi gibiler. Buyrukla yönetiliyorlar. Basılı yayının kimi yandaş gazetesi, 19 Mayıs’ta, bayramı görmezden geldi. Görenlerin, tek tek saydım, dokuzu bir reklamı almışlar üst başlıklarına toplumla alay eder gibi. Yazılanlar akılla, durumumuzla alay etmek:

“Dün nasılsa bugün de öyle. Bu 19 Mayıs’ta da coşku ve heyecanla yeri göğü inletelim.” Nasıl inleteceksin? Balkonlardan bakınarak mı? Kamyonları bağırtarak mı? "Dün nasılsa bugün de öyle." ne demek? Bu reklamı veren kuruluş bir telefon firması. Sarı bir topun içinde iki eğri boynuz. “Turkcell” imiş bu logonun sahipleri. Reklamı verdikleri gazetelerin hepsi aynı. Gazetelerinin baş sayfasında, başka bir yerinde bayramla ilgili tek satır yok. Bayram görmezden gelinmiş. Sözcü bile saçmalamış ama ne saçmalamış. Utanmadan sıkılmadan bir de yazmışlar, Atatürk’e haklarını helal ediyorlarmış. Kaş yapayım derken göz çıkarmışlar.

Ülkemizdeki gazeteciler baskı altındalar, çoğunluk bağımsız değil, Cumhuriyetçi değil, halkçı değil, ulusalcı hiç değil. Gericiliğin, Cumhuriyet düşmanlarının tarihteki temsilcilerinin sözleri bazı gazete logolarında öyle hiç yasaksız duruyor. Devlette, devletçiliğin adı kalmış, her şeyimiz özelleştirilmiş, laiklik uygulamada kaldırılmış, din vicdanlardan çıkarılıp devlet yönetiminde en başa geçirilmiş, devrimcilik zaten çoktan beri kalkmış, devrim karşıtlığı ortalığı sarmış… Atatürk ilkelerinin hiçbiri artık geçerli değil, hepsi rafa kaldırılmış.

Bu durumda, hepimiz topluca üç maymunu oynuyoruz; Görmedim, söylemedim, duymadım, kısaca ben bilmem. O, korkunç TV yayınındaki kadınlar erkekler gibiyiz: “Ben bilmem eşim bilir”, yani, “Benim için en iyisini beni yönetenler bilir, ben bir hiçim” mantığıyla, bir ödül uğruna, verilecek bir şeyler uğruna, kısa yoldan köşeyi dönmek için yerlerde sürünmek, insanlık onurunu çiğnetmek, sürüngenleşmek…

Toplumun belleği siliniyor hızla. Bu, gözümüze bakarak yapılıyor.

19 Mayıs’ın o müthiş kutlamaları, görsel stat gösterileri, bembeyaz giyimli kız - erkek öğrencilerin nefes kesen spor gösterileri, bayram alanlarına gökyüzünden süzülerek inen, elleri bayraklı, helikopterlerden atlayan askerler, Türk yıldızlarının uçak gösterileri, ayakta hazır olda duran en üst devlet yetkililerinin hepsinin eksiksiz yer aldığı, seyir bölümünün (tribünlerin) önünden başlayan, okulların kendi bandoları eşliğinde yaptığı selam duruşlu geçitler, en az on yıla yayılan bir planla bitirildi.

Önceleri türlü bahanelerle bayramlar iptal edilirdi. Daha öncesi devlet büyükleri hep bugünlerde hastalanırlardı. Sonra TRT’nin bayramları naklen yayınlama görevi TRT görevlerinden çıkarıldı. Bu işin en öncesi, o uydurulan, sonradan “pardon, böyle bir örgüt yokmuş sahiden," denilen Ergenekon tertipleriyle başlatıldı. O zamanlar daha okulları kapatılmamış, değiştirilip dönüştürülmemişti, yüzlerce yıllık okullarında yetişirdi askeri okul öğrencileri. Yine polis okulu öğrencileri hayranlık uyandırırdı, yüksekokulları bitirirlerdi, devlet liselerine giden gençler halkın çocuklarıydı, okulları, sırf paralının alındığı özel okullar değildi. Eğitim birliği vardı, din adamı yetiştiren okulları, giyimlerinden ayıramazdık, öğrencilerin öğretmenlerin, kaymakamların, kamu görevlisinin başları açıktı… Tüm bu öğrencilerin, genç askerlerin geçit törenlerindeki o gurur veren duruşlarını en az on on beş yıldır görmüyoruz…

Rusya, ulusal bayramlarında askerlerini, asker gibi, asker giyimli, olması gerektiği gibi, ağzı burnu açık, caddelerden, meydanlardan, halkının önünden geçiriyor, kaç kez canlı yayınladılar, halkına onları alkışlatıyor. Dosta düşmana gözdağı veriyorlar. Aynı dönemde, aynı yarımkürede yaşayan bizlere ise yalnızca bu son yıl değil, çok uzun yıllardır askeri geçit törenleri yaptırılmıyor. Askerimiz nasıl giyinirdi, nasıl görünürdü, nasıl yürürlerdi törenlerde, unuttuk. Anıta çelenk koyanlarının bile ağzı burnu bağlı, bezle örtülü. Askerin ağzı burnu bağlatılır mı? Bunu bizden başka yapan yaptıran bir ülke gösteriniz, böyle şey olabilir mi?

Bayramımız iyice belediye şenliklerine dönüştü. Üstü süslü panayır kamyonları benzeri araçları, kent sokaklarından korna öttürerek geçirtiyorlar, vatandaş betonlukların camlarından, balkonlarından bakıyor, alkışlıyor, neyi alkışlatıyorlarsa… 19 Mayıs coşkuyla kutlandı denilen yerlere, resimlerine bakınız.

Hele bir resim var ki, bilerek kötü amaçlı, alay etme amaçlı yayınlanmış. DHA çıkışlı bir haber. Böyle bir kamyon, bip biple, zart zurt korna sesleriyle, bir de ne dediği ne söylediği anlaşılmayan, neredeyse ilk kez duyulan bir müzikle, bir popçunun sesiyle (Kıraç) geçiriliyor Lüleburgaz sokaklarından; bunu 90 yaşındaki falan teyze duymuş da, yalın ayak evinden fırlamış da, oradakilerden biri (zabıta görevlisi) eline sallaması için bayrak tutuşturmuş da… Ninecik, ak saçlı koca oğluyla caddeye koşmuş da... Kamyondaki kişi hep aynı sözleri yineliyor kamyon giderken: “İyi bayramlar! Bayramınız kutlu olsun!

Bu görüntü sosyal medyada ses getirmişmiş… Akıllar tutuldu, her yapılan bir senaryo gereği. Uçan kuştan medet umuluyor, iş çığırından çıktı…

Sokağa çıkma yasağı yok, kısıtlamalar kalkmış, nedense bayram alanlarda değil, gösterilerle değil, caddeleri doldurarak, geçen öğrenciler alkışlanarak değil, ulusal bir bayram kutlanır gibi değil, böyle yeni model kutlanıyor.

Bu duruma tek itiraz eden ses var mı? “Salla başını, çıkar dilini deli!

Anıtkabir önünde elleri bayraklı iki küçük çocuk, Yeniçağ gazetesi koymuş sayfasına, ağızlarında sanki bebek bezi bağlı çocukların, üstü renkli desenli bir torbacık, açık havada o şekildeler… İnsanın içi acıyor, çocukların yüzüne bakamıyorsun…

Yine bir caddede bisikletliler geçiyor, çocuk, genç, yetişkin, bayram niyetine, caddedeler, açık hava, aralarında doğal olarak büyük boşluk var, hepsinin, küçük büyük fark etmeksizin ağızları bağlı.

Sonra her ilde göstermelik anıta çelenk koyma törenleri, kutlamadan sayılıyor. Tek çelenk konabiliyor, izin öyleymiş, on yıl önce alınan bir karara göre. İmamoğlu (İBB başkanı) açıklıyordu bu saçmalığı, karar kaldırılmalı diyordu. Hepsinin başında da il spor müdürleri. İl gençlik ve spor müdürü dedin mi, o kişi, bu bayramın en yetkilisi.

Her gücün, yetkilinin önündeler. Hem konuşmalar onlardan, hem çelengi iki görevliye taşıtıp ta anıta bırakılmasına eşlik etmek, bu müdürlerin işi…
Bizim bildiğimiz, küçük yerlerde bayramları, tören alanlarında, üç yetkili birlikte yürüyerek halkı selamlayarak, halka seslenerek kutlardı. Atanmış kişi, vali veya kaymakam; seçilmiş kişi, belediye başkanı; askerin başı, o yerin en üst rütbelisi. Şimdilerde askerin adı, bu tür kutlamalarda bile geçmiyor.

Anıtkabir’deki temsili törende, yetkili Bakan, bayrak taşıyan öğrencileri, çelenk taşıyan askerlerle birlikte getirmiş oraya. Birlikte geldiği gençlerin, kravatlı diğer görevlilerin, çelenk taşıttığı askerlerin yüzlerinin yarısı bezle kapalı, bakanın ise ağzı burnu açık. Ne demek sizce bu?

Ne anlatılmak isteniyor bu tür resimlerle, görüntülerle? Kendi koydukları yasak bazılarına işlemiyor mu? Yasak, yasak değilse, saçmalıksa, niye herkesin ağız burnu kapalı, üstelik de, açık alanda?

Yine bir yerde, öne beş on naylon sandalye konmuş, karşıda yere mavi kauçuk minderler dizilmiş. Erkek çocukları tek tek takla atarak oturanların önünde gösteri yapıyorlar sözde, bu bitince de kızlar folklor oyunu oynuyor. İşte bayram kutlanmış böylece fena mı? Seyirci yok, estetik yok, görsellik yok, bayramın ruhu yok, coşku yok…

Bu örneklere, sembolik saatler verilerek aynı anda evlerde camlara balkonlara çıkılıp İstiklal Marşı okutulmasını da ekleyelim. Bu buluş çok yeni. Bakarsınız bir güzel tutar da, artık kimse bayram kutlama, kutlatma zahmetine katlanmaz…

Ne o aylarca çocukları hazırlama, gençlere, yetişkinlere ulusal coşku yaşatma, tarihi anımsatma, Atatürk’e övgüler düzme, bu vatanı düşmanlardan kurtaran, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Cumhuriyeti de gençlere emanet eden yüce önderimize seslenerek alanlarda şiirler okutmak, O’na olan gönül borcumuzu dile getirmek, marşlar söylemek, kent merkezlerinde marşlar çaldırma, radyo ve televizyonlarda bayram coşkusu yaşatma, geceleri bayram konserleri verdirme, fener alayları düzenleme…

En iyisi neydik ne olduk diye diye evlerde sessiz sedasız sızıldanmak, yeni düzene uymak…

Demir tavında mı dövülürmüş? O eskidendi.

Şimdi demiri dövmeyeceksin. Evlerde oturacak, okullara bile gitmeyecek çocukların.

Sanal dünya, ekranlar, vatandaşı bekleyen eli iğneciler, genetik yapı avcıları, yeni Babunacılar ne güne duruyor?

Onlar dövecekler demiri…

Örümcek kafalı olmayın!

Eski günlerin pabucu çoktan dama atıldı.

Oyunbozanlık etmeyin! Sanki dünya yerinden oynamış? Ne olmuş bayramlar kutlanmıyorsa, eskisi gibi değilse günümüzün törenleri… Cumhuriyet tarihi belleklerden siliniyorsa sistemli bir şekilde, niye işe parmak sokuyorsunuz? Bu küresel “maskeli balo”, insanlığı korkutarak sindirmek iyi işe yaradı. Bakınız: Neredeyse; “İş bitti, kavga savuldu!

Feza Tiryaki, 21 Mayıs 2021

TÜM MAKALELERİ