İsraf konusunda hem ülke genelinde hem de Kumluca özelinde söylenecek çok şey var. Güya belli zamanlarda (Tutumluluk ve Yerli Malları Haftası -12-18 Aralık) israfın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatıyor, çocuklarımıza tutumlu olmanın önemini öğretiyoruz. Maalesef Milli Eğitimimiz bu konuda da yaya kalıyor. Çocuklarımıza tutumlu olmayı değil, saçıp savurmayı öğretiyoruz ancak.

5 Nisan tarihli yazımızda gıda israfının dünyadaki ve bizdeki ölçülerini vermiş ve yetkili bir gıda mühendisinin ağzından “Bu israf edilen gıdaların yüzde 25’i bile israf edilmese dünyada açlık sorununun kalmayacağını” belirtmiştik.

Bugünkü yazımızda ise hem çeşitli şeylerin israfından hem de yöremizdeki israftan söz etmek istiyoruz.

Bilindiği gibi yöremiz sebze meyve üretiminin ve ticaretinin yüksek miktarda yapıldığı bir yer. Üretim bizde hem çok, hem de çeşitli. Bu durum bizde israfın boyutu hakkında bilgi verebilir. Ben bir mühendis gibi sayılarla konuşmak istemiyorum. Herkesin açık seçik biçimde gördüğü bir konuda rakamlar vererek kafa karıştırmaya gerek yok.

Yöremizde en çok üretimi yapılan meyveler portakal ve nar. Biraz da yaylamızda ayva var. Portakalın hasat zamanı uzun olduğu için ziyan az gibi görünse de bir rüzgâr esti mi bahçelerdeki meyvelerin çoğu dökülüyor. Yere düşen meyveler artık tüccarın ve bahçe sahibinin merhametine kalmış. Çoğu tüccar ve bahçe sahibi dökülen meyveleri toplayıp değerlendirmeyi bir ar meselesi sayıyor. Zaten alırken, toplatırken ve satarken ortaya çıkacak fireyi göze aldıkları söyleniyor.

Nar ise hasat zamanı kısa olan bir ürün. 20 gün içinde biterse biter. Hasat zamanında yağmur yağarsa ürün hemen çatlar ve değeri düşer. Üstelik nar hassas bir meyve. Hasat sırasında meyveye hor davranılır da meyve berelenirse kasadaki öteki meyveleri de kısa sürede çürütüyor. Ayrıca depolama ve nakliye sırasında soğuk zincirin bozulması da ürün kaybına neden oluyor. Bunlar vatandaşın ucuz meyveye ulaşmasına engel oluyor.

Yöremizde her evin önünde muşmula, üzüm asması, mandalina, limon, dut, amme gibi meyvelerin ağaçlarından da birer ikişer var. Özellikle Hasyurt’ta avokadonun yaygınlaştığını görüyoruz. Alternatif ürün olarak hem satmak hem de evde tüketmek için avokado dikilmeye başlandı. Öte yandan halkımızda meyve tüketme alışkanlığı pek olmadığı için ileri zamanlarda bile bunlar ya ağacın başında kuruyor ya da dut gibi yerlere dökülüp ziyan oluyor.

Başka yörelerde ticari meyvelerin değerlendirilmesi için kurutma ve turşu yapımı gibi yöntemler uygulanırken bizde hiçbir yöntem uygulanmıyor. Bunda elbette bu işlerin zahmetli olmasının da payı var. Asıl neden ise bizce yeni kuşakların geleneksel tatlardan çok hoşlanmaması. Yeni kuşaklar cips, kola, pizza, soğan halkası, ketçap gibi yabancı tatlarla doyuma ulaşıyor.

Sözün özü yöremizde vatandaşlar meyvenin değerlendirilmesi konusunda çok fazla istekli değil.

Havalar azıcık ısındı mı haldeki çöp konteynerlerinin ağzına kadar atık sebzelerle dolu olduğunu görüyoruz. Bu sebzeler zaten hale gelinceye kadar bir seçiliyor. Yaralısı, bozuk olanı ayrılıyor. Konteynerlere dökülenler ise çürük ve bozuk olanlar. Bu durum daha çok havalar ısınıp sebze fiyatları düşünce oluyor. Bazı zamanlarda sebzeler dökme olarak değerlendiriliyor. Yani gelen sebzeler işlenip paketleme yapılmadan doğruca arabaya dökülüyor ve işleneceği yere (genellikle İzmir’e)gönderiliyor. Domateste ve patlıcanda bu yöntem uygulanıyor. Acı biberin de fiyatı düşünce isot yapılmak üzere Urfa’ya gönderildiğini duyduk.

Çiftçiler girdilerle kazançlar arasındaki makasın gittikçe daraldığından şikayetçi. Halk ise sebze meyvenin pahalı olduğundan. Bize göre gıda mühendisi arkadaşın da söylediği gibi herkesin kazanabileceği bir noktada birleşmenin yolu planlı ekim ve israftan kaçınmak. Daha doğrusu gıda israfını olabildiğince azaltmak.

Bunun da yolu tarafları eğitip üretim, depolama, nakliye ve evdeki kayıpları en aza indirmek. Yoksa hazıra dağlar dayanmaz.

SOMSÖZ: EĞİTİM ŞART!..