Hiçbir şey bilmiyormuşum. Hiçbir şey bilmediğimi yeni öğrendim.

Ha’di bizim basın güdümlü, yüzde doksanı iktidarın elinde, tek sesli basınımız var derdik de, dünyayı bir matah sanırdık. Özgür – akılcı –eğitimli ülkeler onlar derdik… Yanılmışız.

Hele o “Reuters Ajansı” denen kuruluş tam bir algı yönlendiriciymiş. İktidarın basın - yayınına şapka çıkartıyor, onlardan bile baskınmış bunlar.

Bu virüs hikâyesinde o korkutucu resimleri (fotoğrafların altlarındaki ada bakın), hep bu ajans hazırlıyor, çekiyor, yayıyor, yayınlatıyor… Kuruluşuna, idarecilerine kadar gidin… Dünya Sağlık Örgütü’ne de bir zahmet göz atıverin. Ne yapmak istiyorlar, kimler yönetici oralarda.

Dünya basın - yayınının bu kadar ikiyüzlü - ahlaksız olabileceğine, böylesine satın alınabileceğine kim inanırdı? Tek tük onurlu gazeteciler dışında kendilerine biçilen rolün dışına çıkabilen pek yok.

Hepsi toptan bir histeriye kapılmış gibiler, azıcık ayınır gibi olanın kafasına sopayı indiriyorlar.

Bir küresel çete, parasıyla, korkutmayla herkesi, her şeyi, ele geçirebilirmiş.

Gazeteciler, istediklerini görür, işlerine gelmeyeni görmezlermiş. O testlerin güvenirsizliğini ispatlayan ülkeyi (Tanzanya) anan, hatırlayan var mı?

Korku, yaşamı yöneten en önemli olguymuş. Can korkusu. Korkutarak insanlara her şey yaptırılabilirmiş. İçeri gir, girer, çık çıkar. Hapishanelere ne gerek var? Otur oturur, kalk kalkar. Bunu de, der, bunu unut, unutur.

Sus susar, ağzını kapa! Severek kapanırmış ağızlar. Üç maymunu oynamak nasıldı? Nasıldı o üç maymun simgesi? Aynen. Maymun, kendi eliyle ağzını gözünü, kulağını kapatır. Ben doktor muyum, ameliyatta mıyım, ilaç firması elemanı mıyım, hastabakıcı mıyım, bulaşıcı hastalık mı taşıyorum, bağışıklık sistemi zayıflamış korunması gereken kanser hastası mıyım, neyim demez. Ev içinde de kapa! Yakında onu da yapar. Mecliste kapa! Kapamışlar, gördük. Koskoca yüksek tavanlı binada, havadar bir dev salonda, tavanı gözükmüyor, öyle yüksek, birbirinden ayrı ayrı oturanların ağızları burunları kapatılmış, onlar bunu sorgulayamazlarsa kim sorgulayacak?

Buyruk almaya, denileni anında uygulamaya ne çok gönüllü varmış…

İnsanoğlu öyle bir boyuta getirilmiş ki şu an, nükleer bomba yemişten beter. Rusya’daki Japonya’daki santral patlamaları böyle korkutmamıştı kimseyi. Daha doğrusu korkudan kimse korkutulmamıştı. Ağızlardaki köleliğin simgesi denilen örtüyü hep birlikte kullanıyorlar, neden koruyorlar kendilerini? Ağızlara burunlara saldıran mı var? Neymiş o gizlenen düşman? Nereden geliyor sızıntı? Santral nerede? Neden İsrail bu oyunu kıyıdan seyrediyor? Amerika, Afrikalı oyununu neden piyasaya sürdü? Halkı sokaklara döktü? O polisin eski bir oyuncu olduğunu bu iki kişinin birbirini tanıdığını, bilerek kameraya poz verildiğini anlamaktan uzak mı insanlar?

Havada duruyorsa bu şey, her an her yerdeyse, hazır ve nazırsa, yaratıcı rolü verilmişse bir mikroba, ağzını hiç açmayacak mısın, yemek yerken ağzından girmeyecek, işin bitince girecek. Demek ki söz dinleyen cinstenmiş… Uslu çocuk.

Ne diyor kurul üyesi bilimci, kahvehanelerde, lokantalarda siparişini yapana kadar ağzını açmayacaksın. "Yerken açma diyemeyiz, yemeğin ardından kapa, sohbeti kısa kes mekândan çık.” Artık böyle! Neden? “Kendimizi korumak için!” Kimden? Virüsten. Yemek hazırlanırken o mübarek virüs yemeğe giremiyor mu? Mutfaktakiler nefes almıyorlar mı? Mutfağa hava nereden giriyor, dışardan. Eee dışarda virüs yok muydu? Yemek yerken kıyıda bekliyor mu? Öyle asılı duruyor demek boşlukta. Ya tam karşındaysa, kaşığının ucundaysa, çenenin altındaysa, göz hizandaysa… Gözden de giriyor dedilerdi hani o korkutanlar, çıkardığın gazda da olabilirmiş. Kokladın mı, birinin gaz kaçırdığı havayı yandın! Ya gözünden giriverirse, ne o gözü açık yemek yemek! Bakmayıver ne yediğine… Senin evine giremiyor mu, madem havada öyle duran bir şey, camı açtın havalandırırken, içeri bu girdi, ne yapacaksın, havaya özel dokunmuş, virüs avcısı tül mü gereceksin içeri girerken bunları tutsun diye.

Bunları ilkçağ insanına anlatsak, mümkün olsa biri canlansa, bu çağda insanların halini görse… Yeniden geri dönerdi zavallı, delilerle ne işim olur diye…

İnsanlara, yatma deseler yatmayacaklar. “Yeme içme yasak! Sağlığın için.” “Emriniz olur!”

O boyutta durum.

Hani terör örgütü kandırdığı elemanlarına açlık grevi yaptırır, canlı bombalığa hazırlar, akıllarını başlarından alır ruhsuz bırakırdı ya onları, amaçları için kullanırdı algılarını tutsak ettiklerini, öyle…

İnsanların birbirini canlarının düşmanı görmeleri de çok şaşırtıcı. Ağzı burnu açık biri potansiyel düşman. Seni öldürebilir hasta eder, çünkü nefes alıyor, nefes veriyor. Nefes verirken ya virüs saçıyorsa? Aman koş, kurtul. Kaç, biri geliyor. Nefes alan biri. Amanın ağzı burnu açık. Oradan çıkan mikroplar seni yiyecek! Dokundu mu sana, koş test yaptır. “Bu virüs, bu grip virüsü, bulaşsa bile, yüzde sekseni hastalandırmıyor, geri kalan bulaşsa da iyileşiyor, ancak, başka hastalıkları da olanlar, yüzde sıfırın altında bir oranda bu virüsten ölebiliyorlar…” diyen doktorları dinleyen mi var? Diğer virüsler, örneğin Kırım Kongo Kanamalı Ateşi’ni bulaştıran virüs yüzde otuz öldürücü, diğer bulaşıcı hastalıklar daha tehlikeli… Dünyada bildiğimiz gripten yılda yarım milyondan fazla insan ölüyordu her yıl, duymamış mıydın, diye soran da yok korkanlara. Bu virüsle “Yeni Dünya Düzeni” kurulacak ya, korkutuyorlar, korkan da kaçıyor.

İnsanlarla arana bölmeler koy! Koyuyor. Yüzüne camekân geçir, gözüne dalgıç gözlüğü, bir de tuluma gir istersen; ya bulduğu bir aralıktan, dikişten, sökükten girerse bu virüs içine, elbiselerini dolanıp ağzına doğru tırmanırsa boğazından bir yol bulup çıkarsa...

Tamam, hazırım, kafama takke bile taktım kukuleta modeli. Neydi o Amerika’da bir zamanlar kötülerin ırkçı bir örgütleri vardı (Ku Klux Klan), öyle tiplerle korkutulurdu insanlar, filmlerde az mı izledik, aynen başlıkları öyle resimlerdeki bazı sağlıkçıların. Her korona haberiyle birlikte taşınan tabut resmi görmekten bıktık usandık, bazıları üstelik altı köşeli bunların.

Çayırda yere daireler çiz daireden çıkma. Vallahi çıkmıyor!

Lokantaya girecek, ateşi ölçülüyor. Doktorun bile senin ateşini ölçmez, sorar ateşin var mı? Otobüse, uçağa binecek, çarşıya girecek, tabanca modeli ateş ölçücüyü doğrultuyorlar alnına. Ateşli hasta kendini bilmez mi, gezer mi hiç?

Artık herkesin özeline dokunulabilir. Madem öyle neden dönmüyorsun kapıdan. Nerede insan onurun?

Çocuğunu kucaklama! Üç aydır çocuğundan uzak kalmış, duyuyoruz. Anne babası aynı kentte, aylardır görüşmüyor, aman tatlı canını iyi korusun, yaş yaşamış kişi, kırsın dizini otursun evinde… Yeter yaşadığı… Açık hava falan nesine onların? Bodrum katıysa evin üç ay – beş ay bodrumdan çıkmayıver ne olacak? Hepsi senin iyiliğine! Virüsün şakası yok, gelir seni havada tanır, alır götürür…

“Evden çalış,” denenler, severek çalışıyor. Özel yaşamla iş yaşamı karışmış, yalnız bırakılmışsın, kimsenin özeli kalmamış ama bu durum kimseye koymuyor. İşsiz kalan haline yansın. Hayırseverlerin yolunu gözetsin. Ardından dua etsin, el etek öpsün…

Sonra,“Dünya Sağlık Örgütü maske takmayı herkese tavsiye etmiyor. Örgüt yalnızca “Korona virüsü” hastalarına ve bu hastalara bakan kişilere maske takma tavsiyesinde bulunuyor.” diye boşuna yazıyor gazeteler. Yine de aldıran yok! Maske, siyasi güç gösterisine dönüştürüldü çünkü.

Evden çalışma resimleri koyuyor gazeteler. A… vatandaş ağız burun kapalı, yapayalnız odasında, dünyaya böyle sunuluyor evden çalışma. Örtü altında karbondioksit soluyacakmışsın, kendi nefesini tekrar tekrar ciğerlerine çekecekmişsin, kanın oksijensiz kalması kötüymüş…

Boş verin siz! Kim demiş! Demişse demiş. Diyen demiş…

Tam yol o menzile gidiyoruz, gece gündüz gidiyoruz…

Ufukta bekliyor aşıcılar, hepimizi kucaklayacaklar…

İnsanlığı tüm bu dertlerden kurtaracaklar!

Feza Tiryaki, 4 Haziran 2020