ÖZDEYİŞLER

BİR DİLEK, BİR DİLEKÇE

Edebiyatımızda özlü söz fazla değildir. Atatürk, Cenap Şehabettin ve Arif Nihat Asya’nın sözleri var sadece. “Biz şiire yatkın bir milletiz” deyip bu konuyu sadece şairlere yükleyen birçok kişi var. Halbuki özdeyiş, sadece şairlerin ferasetine bırakılacak bir alan değildir. Şairler dilin ustalarıdır amenna. Ama şiirle pek ilgisi olmayıp dili çok iyi kullanan ve çok iyi düşünen insanlar da yok mudur? Siyasetçiler, düşünürler, öğretmenler, din adamları…. Öğrenciler bile. Evet, öğrenciler bile. Çünkü öğrencilerin içinde öğretmenlere beş basacak nice zekâ var.

Bir ara Hisar yayınları arasında Sabahattin Engin adlı bir bilim adamının özdeyişlerine rastlamıştım. Başka hiçbir kitaba rastlamadım bu konuda. Nüvit Osmay’ın “Düşünce Atlası” adlı bir derlemesi vardı. Ama hepsi çeviri ve dili özensiz. Halbuki bize atasözleri kıvamında, hem düşünce hem de ifade olarak çarpıcı cümleler lazım. Gavurlar bu işi iyi kıvırmışlar. Biz de kıvırabiliriz. Ama üzerinde beyin teri dökmeliyiz.

Ben denedim. Bu sözlerin hepsini beğenmeyebilirsiniz. Sizin meşrebinize uygun olmayabilir. Zaten özlü sözlerin bir biriyle çelişmesinin esprisi de insanların meşrep farkıdır. Ama ifade güzel olabilir. Ve sadece o yüzden dilinize dolanabilir. “Giden gelse deden gelir” Dile gelen ele gelir” gibi.

Sözlerin bazılarının çekiciliği samimiyetinden gelir. Belki onların hiçbirinde edebi sanat yoktur. Ama söyleyenin ağzından kendiliğinden çıkıvermiştir ve durumu bütün ağırlığı –hafifliği mi desek- ile ortaya koyduğu gibi söyleyenin kişiliğini de açık eder. Selim Edes’in “Rüşvet verdiyse belgesini göstersin” diyen Engin Civan’a, “Rüşvetin belgesi mi olur pezevenk!” dediği gibi. Ya da Demirel’in “Benzin yok!”  diyenlere, “Benzin vağdı da biz mi iştik?” diye sorması gibi.

Aslında bu işi gene en iyi ozanlar yapar. Çünkü sözü haddeden geçiren, elekten Sözen, darasını firesini ölçen onlardır. Elbette şiir yaşar, ama söz daha çok yaşar. Birden orta malı olur ve kulaktan kulağa aktarılmaya başlar. Ben ozanları okuyorum ve bazen hedefi on ikiden vuran dizeler yakalıyorum. İşte o dizeleri alt alta koysalar ve bir kitapçık yapsalar, şiirden daha kalıcı olabilir. Çünkü şiir uzun oluyor ve firesi çok olabiliyor. Bazı öğüt veren şiirler yazılıyor ki her dizesi bir gülle, bir kurşun, bir işaret fişeği gibi.

Bir arkadaşımın söylediği “Mola şedelere dikat et!” sözü beni çok ilgilendirmişti. Bir atasözü olan, “Dilim etti beni dilim dilim” sözü güzel değil mi? Ya herkesin bildiği, “Azı karar, çoğu zarar” sözü?... 15. Yüzyıl şairi Şeyhi’nin Harnamesi’nde geçen, “Gördü anda bir göğermiş ekin/Sanki dutarıdı ol ekin ile kin” sözü de çok hoştur.  Örnek çok. Ama daha da çok olması lazım. Sözgelimi fıkra literatürümüz epeyce şişkin. Çünkü fıkra hem gülme garantili hem de kısa. Dünyada gülmeyen millet var mı? Hem Türkçede hem de başka dillerden çeviri çok fıkra var. İşte bizim istediğimiz de bu. Hoşunuza giden bir söz duyarsanız, dilinize dolaşırsa bir yere yazıp atın keseye. Bulunsun. Ama espri, ama ciddi. Hepsi de makbuldür.

SOMSÖZ: MAKUL OLAN, MAKBUL OLUR.