Pek istikrarlı da sayılmam. Yine de her gün bir şeyler karalıyor oldum. Her şeyden çabuk sıkıldığım da doğru. Tamam, bir de bir geç kalma huyum var. Ve çabucak yorulmalarım. Bazen çok çabuk sinirleniyor da olabilirim ama bazen hak etmiyorlar mı? Sinirlenince sesimin tonunu kontrol edemiyorum da evet. Son zamanlarda acayip duygusallaştığım da doğru. Kırılganım biraz. Gereğinden fazla kırılıyor da olabilirim. Çok fazla açıklama yapmama konusunda ikna olmuş değilim, pişmanlıklarla dolu da olabilirim. Ama hiç keşkelerim yok benim. Pişmanlıklarım da, susamadıklarımdan mıdır? Öyle gibi geliyor.
Kimseye güvenmediğimden herkesle arama mesafe koyuyorum artık. Güçlü görünmek zorunda da değilim. Güçlü görünmek için sığınacağım kimse olmadığı için de olabilir. Ben aslında hep güçlü kalmak zorunda bırakılmadım mı? Olsun yine de her şeye rağmen gülümsüyorum. Ara ara sevdiklerimi de özlüyorum ama yine de herkesten uzak durma huyuma yenik düşüyorum. Ama ne kadar uzak dursam da bir akşamüstü her şeyden bunalınca sana gelebilmeyi de çok isterdim.

Yazılarım artık seni etkilemiyor olabilir, belki de artık sana yazmıyor bile olabilirim. Yazmayı seviyorum diye her kelimeyi sana adlandırmayı bırakmamız lazım. İnsan kelimelerini bile emanet etmemeli değerini bilmeyene… “Asla açıklamalara girişmeyin. Dostlarınızın buna ihtiyacı yoktur, düşmanlarınızsa zaten onu umursamayacaktır” diyor Oscar Wilde.

Kalma mücadelemle gitme mücadelemin çakıştığı yerdeyim yine, sonunu göremediğim çok uzun bir yoldu ama saçları hiç okşanmamış o küçük kızı her şeyden çok seviyorum hala. O kız saçlarını hep kendisi okşamadı mı zaten.
F. Matthias Alexander “Aşırı bağımsızlık” yani neredeyse hiç kimseden yardım istememe durumunu, hiç kimsenin bizi umursamadığına ve eninde sonunda terk edileceğimize inandığımız için herhangi bir bağ kurmaktan ümidimizi kestiğimiz bir travma tepkisidir diye özetliyor. Bense bunca yıldır kimseyle bağ kurmamamı buna bağlıyorum nedense; ben hep bir dağ kadar güçlü olduğuma, her şeyi tek başıma yapabileceğime ve bir gün ne olursa en sonunda terk edileceğime inandırıldım, oysa bugünlerde incecik, küskün ve yalnız bir yasemin çiçeği gibi, kendi duygu dünyamda yaşamam gerektiğini öğrendim. Bunu sen mi öğrettin bilmiyorum ama galiba bunu öğrenmem gerektiğini fark etmemi sağladın.

Kalpler ikna edilmezmiş... Kalbi konularda uzun uzun izah ve ikna ettiğimiz yerde kesin olan tek şey varmış, yanlış bir kalbe seslendiğimiz.
Bu çaba, çok şey kazandırdı son yıllarda bana. Ve iki şeye azami dikkat ettim; kendimi israf etmemek, kimsenin azı ile yetinmeye kalkmamak. İlaç gibi bilsen. Sevilmemişlik put mudur ki İbrahim kırasın…
Gerçekten seven, bütün hallerinle bütün parçalarınla sevecektir seni, hırçınlaştığında bunu bile sana yakıştıracak, o halini de güzel bulacak dinleyecektir. Güzel yanlarını sana hatırlatacak, saygıyla, gururlu tutacak elini. Gerçek sevgi böyledir işte, ruhu iyileştirir.
Ama kızmıyorum sana dünyada iki türlü trajedi var biri istediğini elde edememek diğeri de istediğin her şeyi elde etmek, elde etmekle edememek arası sıkıştığın bugünlerden kurtulduğunda beni anlayacaksın. "Nerede değilsek orada mutlu olacakmışız" hissi kronik muhalefete ve kaçış arzusuna yol açıyor. Ve çok bu doğal bir şey. Bizim olmak istediğimiz yer de bir başkasının cehennemi. Bu zincir böyle devam ediyor işte. Nerede isek ve nerede değilsek asla mutlak mutlu olmayacağız belki de. Burası dünya…

Az önce beni yine kendime getiren o enfes alıntıya rastladım: "İnsanlar geleceklerine karar vermezler, alışkanlıklarına karar verirler. Alışkanlıkları da geleceklerine karar verir." diyordu. Gelecekte yolunu kaybetmişliğin geldi aklıma. Yazdım sonra.
Biz seninle bitmeyiz ama yeniden başlamayız da. Biz seninle bir yarım kalmışlıkla sürünür gideriz. Bir gün çok uzaklarda bir sızıyla hatırlarız birbirimizi. Ve bugün bütün aptallıklarını, bütün hatalarını bağışlıyorum. Başarılarınla ve en çok da başaramadıklarınla ve mücadelenle gurur duyuyorum.
Yol bazılarının yuvasıdır…