Her yağmur sonrası sel olur bizde. Sadece sokaklarda değil, kafalarda da... Su akar, biz bakarız, sonra bir bakmışsınız millet elinde kütükle yarışa girmiş. Meğerse memleketin seli bile “rant” taşırmış da haberimiz yokmuş.
Suyun önüne set çekemeyenler, kütüğün önüne set çekmeye çalışıyor şimdi. “Bu benim kütüğüm, ilk ben gördüm!” nidalarıyla pozlar veriliyor. Kütüğün büyüğü ondaysa, küçüğü bende... Yeter ki kameralar çekiyor olsun!
At gözlüğü ile bakanların hepsinin farklı kütüklere göz diktiği aşikar. Biri ihalelik kütüğün peşinde, diğeri sosyal medya beğenisinin. Öte yandan bir başka grup, bu kütüklerle sahil düzenlemesi yapma planları kuruyor — tabii yine “bizim çocuklara” ihale edilmek üzere...
Bir sel felaketi düşünün ki, geride kalan acılardan değil, toplanamayan kütüklerden haber yapılsın. “Kütük kimde kaldı?” diye yazı tura atılan bir düzen bu. Ama herkesin bildiği şey şu: En hızlı yüzen değil, en iyi ilişkisi olan kapar kütüğü.
Peki halk ne yapar? Evini su basar, elektriği kesilir, kütükle uğraşmak yerine çamurdan çay demler. Çünkü bilir ki kütük, ona değil “yüksek mevkidekilere” nasip olur. Selden sonra da kuruması gereken sadece sokaklar değil, bu iştah kabartan kütük sevdasıdır.
Ama ne mümkün… Bizde sel geçer, kütük kalır. Üstelik her kütük, bir koltuk taşır!