BEN KİMİM?

 

Özellikle yöremizde sık oluyor: Yolda sokakta gördüğümüz herkes kendisini tanıdığımızı sanıyor, bizimle senli benli olmaya kalkıyor. Halbuki bir kişi ile tanışmış olmak için o kişi ile oturup konuşacak, en azından adını soyadını bileceksiniz. Bizde ise karşılaşıldığı zaman adını soyadını söyleyip konuya ondan sonra girmek gibi bir gelenek olmadığı için ilişkiler de “ayaküstü” oluyor. Bu yüzden her gün karşılaştığımız kişinin maalesef adını bilmiyoruz. Bir kişiyle saatlerce konuşup da adını bilmemek sanırım sadece bizde rastlanabilecek bir garipliktir.

Okullardan gelen öğrencilere öğretmeniniz kim diye soruyorum. Aldığım cevap “Adını söylemedi ki…” oluyor. Düşünebiliyor musunuz, bir yıl boyunca haftada şu kadar saat karşılarına çıkacağı, kendince en yararlı bilgileri vereceği insanlara adını soyadını söylemiyor, kendini tanıtmıyor öğretmenimiz.

Bunun sonucu nedir? Yabancılaşmak. Bırakınız çevremizi kendimize bile yabancılaşmak. Çünkü insanoğlu ancak hemcinsleri arasında kendi kimliğini bulabilir. Başkaları tarafından itibar görürse ve başkalarına itibar edebilirse insan olduğunu fark eder. Tanışmanın güzel yanı da budur bence. Yoksa kendini tüm dünyanın merkezine koyan bir kişi pek de makbul birisi değildir. Eskiler bu yüzden “Kendini pek çok seven, pek az sevdirir” demişler. Tabii bizim kendimizi tanıtmamızın, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” türünden bir büyüklenme ile ilgisi yok.

Tanışmak, sadece tanışmak istiyoruz.

1960 yılında Anamur’da doğdum. 1974-1977 yılları arasında Nazilli Öğretmen Lisesi’nde, 1977-1981 yılları arasında da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenim gördüm. 1982-83 yıllarında yedek subay olarak askerliğimi yaptıktan sonra 1983 yılının sonunda Erzurum ilinin Pasinler ilçesine edebiyat öğretmeni olarak atandım.

1988 yılında ise Kumluca İmam-Hatip Lisesi’ne atandım. 2008 yılında emekli oldum. Bir kırtasiye dükkânımız var. Orada vakit geçiriyorum.

Her şeyi bildiğim, her konuda konuşma yetkim olduğunu söyleyemem. Ancak bildiğim kadarıyla bir şeyler söylemeye çalışacağım. Biz şarklılar her şeyi birilerine ihale etmeye bayılıyoruz. Toplumsal sorunlarımızın çözümünü de siyasilere ihale ediyoruz. Kendi sorunlarımızın çözümü üzerinde kafa yormak ve harekete geçmek yerine siyasetçilerin şablon çözümlerini dilimize doluyoruz. Sonuç? Sonuç çözüm değil, çözümsüzlük. İşte yıllardır kucak kucağa yaşadığımız terör. Siyasetçiler sorunu hamasi nutuklarla çözebileceklerini sanıyorlar. Ve değişen bir şey yok. “Başkanlık sistemi bütün sorunların çözümüymüş” gibi bunca sıkıntının arasında ulusal enerjimizi bu konuya yoğunlaştırıyorlar. Ama 14 yıldır Sayın Cumhurbaşkanımız isteklerini gerçekleştirmek konusunda hiçbir mekanizma tarafından engellenmemesine rağmen geldiğimiz nokta belli. Vesayet olsa, çatlak sesler çıkaran kurumlar olsa, güçlü bir muhalefet ya da diken üstünde sayıya dayalı bir iktidar olsa ben de “Başkanlık sisteminin bütün sıkıntıları gidereceğine” inanacağım. Ama 14 yıldır hükümetler hiçbir engelle karşılaşmadan icraat yaparken “Böyle oynayamıyorum” deyip kural değiştirmeye kalkmaları bizim zekâmızla alay etmek değil midir?

Gerçi bize soran yok ama biz gene de düşüncelerimizi söylemeye devam edeceğiz. Katılırsınız, katılmazsınız. Saygı duyarız. Katılmazsanız siz de düşüncelerinizi söylersiniz, böylece çok seslilik ortaya çıkar. En güzeli de budur.

8 yıldır Batı Antalya gazetesinde dile getirdiğimiz düşünceleri biraz da bu düzlemde dile getirmek istedik. Dileğimiz bilgi yanlışı ya da bilgi eksiği olduğu takdirde bize ulaşmanız.

Bunun için telefonumuz 0 536 570 75 53.

Gayret bizden, takdir sizden.

20 Aralık 2016 Salı