BİR DERGİ BİN DÜŞÜNCE 3

            “Kabak kemane ve sipsi Teke yöresinin çalgısıdır” demiştik. Yöremizin insanı olan Müzik öğretmeni Emre Dayıoğlu birçok derleme yapmış. Bunların içinde keman, kabak kemane, cura ve sipsi ile yapılmış müzikler var. Ve çok güzel şeyler. İnterneti açtım, “kabak kemane ezgileri” yazınca Cafer Nazlıbaş adlı genç bir arkadaşımız çıktı. Onun çaldığı türkülerde kabak kemane öne çıkarılmış ve harika dinletiler çıkmış ortaya.

            Gerçi yöremizden kabak kemane çalan kişilerle de konuşup yazabiliriz. Ama kabak kemane ve sipsi bana kelce, hıraca ama çok yetenekli bir insanı ansıtıyor. Düşünün kabak gibi köylerde saçıp savrulan, başka da pek işe yaramayan bir bitkiyi alıyorsunuz, kesip biçiyorsunuz, önüne bir deri geçirip bir sap takıyorsunuz. Göğsüne üç tel geçirip at kılından bir yayla çalmaya başlıyorsunuz. Ama ondan öyle güzel ezgiler çıkarıyorsunuz ki dinleyenin çevresinde ne cin kalıyor, ne şeytan. Kendini bulutların üzerinde gezerken buluyor. İçi iyilik ve güzellik duygularıyla dopdolu oluyor. Teke yöresini gezen ve bilen kişiyse bu yöreyi adım adım tekrar geziyor. Bir çobanın yanına oturuyor, bazen bir köy evinin önünde küçük bir kabak kemane çalıtı (resital) dinleyip o insanlarla aynı frekanstan duygulanıyor. Bu dergide de Beydağlarının önünde Fevzi Nacakçı kardeşimizin kabak kemane çalarken çekilmiş bir fotoğrafı var.

            Derginin 42. Sayfasında Alakır’dan Kumluca ve Finike’ye Nostalji başlıklı bir yazı var. Bu yazıda Kumluca’nın eski öğretmenlerinden Kemal Erdoğan’ın şahsında nostalji yapılmış. Eski fotoğraflar, eski arabalar ve Kemal Erdoğan abimizin Karacaören köyünden başlayıp Gazi Eğitim Enstitüsü’ne giden yolculuğu. Eski fotoğrafların içinde 40-50 yıllık olanları var. Bunlar yeni kuşaklar için bir şeyler anlatmalı. Oradaki fotoğraflardan biri 1950 yılında çekilmiş. Mehmet ve Süleyman Hoyrazlı var. Süleyman amcamız 90 yaşının üstünde ve bir Yörük kocası olarak halen ayakta (Allah kendisine uzun ömürler versin). Bunlar kentimizin tarihi çınarları. 1936 yılından bil fotoğraf var bu bölümde.

            Derginin 48. Sayfasında “Alakır Vadisine Doğal Yaşam” başlıklı bir yazı ve güzel fotoğraflar var. Bu yazının da yazanı, fotoğrafları çekeni belli değil. Yazıda Alakır Vadisinin 2005 yılından bu yana nasıl HES’lere teslim edildiği, HES’lerin bir dirhem enerji için bu vadiyi nasıl susuz bıraktığı anlatılıyor. Oradaki fotoğrafta görünen berrak suyu ben çoktan beri görmedim. Nereye gitsem dere yatağında ne dereye ne de kanala benzer, akmaz kokmaz bir su birikintisi görüyorum.

            Kentimizin sınırları içinde birçok dere yatağı var. Olympos’a akan Yazır deresi, şimdi üzerine gölet yapılan ve Adrasan’a akan dere, Karaöz deresi, Akınca dağından gelen ve Mavikent’in içinden geçen Akınca deresi, Beşikçi’nin içinden geçen Baymak deresi, Sarıkavak’tan gelen Üleşik deresi, Toptaş’tan gelen Gavur deresi, Baysı’dan gelen Baysı deresi, ve Alakır’ı besleyen bir dizi dere yazları çöl gibi oluyor. Bu derelerin yataklarına baktığımızda geçmiş zamanlarda yaz kış aktıklarını, hem de gani gani aktıklarını anlıyoruz. Ama günümüzde buralarda neredeyse ot bile bitmeyecek.

SÜRECEK