Merhabalar uzunca bir süre, bir kelime dahi oynatmadığım yazı köşeme 2024 yılında bir uğrayayım dedim; yeni yıla yeni yazı adettendir diyelim. Bu yıla anısı kalsın ve zorlu biten yılın özeti olsun; aslında az önce kanepemde bir derginin köşe yazısını okurken birden yazıvermek geldi içimden. 2023 yılı hayatımın en çok olacak gibi olup olmama şampiyonu yılıydı; uzunca bir süre sağlık sorunlarıyla boğuştum, sonra büyümeyi ve büyümenin bizi insanlardan nasıl uzaklaştırdığını ve en çok maalesef bunun kaçınılmazlığını bir anda fark ettiğim bir yıl oldu. Biraz garipti, hiç beklenmedik başlangıçlar ve hiç beklenmedik bitişler yaşadım. Ama tam olarak hiç bir şeyi olduramadım. Şaşırtıcı olan benim her şeyi biraz hüzünlü algılama huyuma rağmen hiç öyle üzücü değildi, yani üzülürüm sandıklarım bile değildi…   Bugünlerde toplumun kaos içinde sürüklendiği en doğru bir gerçek. Savaş haberleri bitmiyor, her kanal her saat her an savaştan haberler yansıtıyor. Zamanında yanlış uygulanan politikanın acısını şimdi çekiyoruz. Git gide artan ekonomik krize değinemiyorum bile; kapanan dükkânlar, intihar eden işçiler, alınan yatlar, siyasetçinin simit parasından uzak oluşu… Ah her gün duyduğumuz şehit sayılarıyla yüreğimiz kan ağlıyor. Derme çatma evlerde cenaze namazlarını izliyoruz. Olan hep garibana mı olur? Gece yastığa huzurla koyduğumuz vicdanımızdan utanıyoruz. Sürekli tetikte duran üşümüş elleri ısıtamıyoruz, ellerimizden utanıyoruz. Ruhumuz her an bir cız etme seyrinde. Duymamazlıktan gelmeye çalışıyoruz duyuyoruz. Görmezlikten gelmeye çalışıyoruz görüyoruz. Kiminin babası, kiminin evladı, kiminin eşi, sevdiği olduğunu düşündükçe kahroluyoruz. Empati yapıyoruz işin içinden çıkamıyoruz, beynimizden yüreğimize akıyor gözyaşlarımız. E birde yoğunlaşan, gündemi oyalayan, her gün dolar kuru gibi değişiklik gösteren seçim hareketliliği var, “siyaset karakter sevmez” demişti birisi ne kadar da doğru. Politika uğruna her an başka ruha bürünüyorlar. Daha neler göreceğiz neler duyacağız kim bilir dediğimiz günlerdeyiz. Birbirini gırtlaklayanlar, ayağına taş bağlayanlar, arkasından kumpas çevrinler… Bizimse beklediğimiz tek şey “hizmet”. Uzunca sustum değil mi? İnsan susunca, kalemi de susuyormuş kâğıdı da. Konuşabildiklerim ne dilimle, ne kelimelerimle, ne kalemimleymiş sadece kalbimleymiş benim. Kalbim sustu bir süre. Zihnimi kaybedip ruhumu bulmak için yazıyorum şimdi ve şimdiye kadar söylediklerimden çok sustuklarım acıttı içimi. Ve birilerine kırgın ölecek olmam umurlarında olmayışları. Duymak isteyip de duymadıklarım. Yutkunamadım bir müddet. Bunca yolu yürümemeliydim, üstelik koca bir sene. Tüm insanlığı kucaklarken bir ben mi yük oldum omuzlarına, bir şeyler yarım kaldı sanmıştım anlamamışım tamamının bu kadar olduğunu. Bir gün, birisi benim içinde yazar mısın bir şeyler demişti. Düşündüm, yazarım belki demiştim. Oysa onun için her gün küçük küçük notlar almışım not defterime. Dilimi kesen bir kaç kelimesinden nefes alamamışım, susmuştum. Yazamadım… Demek ki vakti gelmiş aldım elime kalemi ve şimdi beynimde yüzlerce kelimeler var, susmuyorlar bir duysanız. Konuşuyorlar konuşuyorlar. Susun bakalım hadi artık herkes kendi evine. Beynimde dolanıp durmayın cümleler, herkes kendi yerine. Biraz sessizlik bakayım. Evet, ne demiştik nerde kalmıştık. Siz konuştunuz ben sustum, ben konuştum siz sustunuz. Biz birbirimizi anladık, peki onlar? Anlamadılar. Anlamaktan çok dinlemezler. Dinlemek ağır gelir, yorucu gelir, boş gelir. Kendi bildikleriyse hoş gelir. O zaman sağır, dilsiz, noksan olanlara konuşalım şimdi biz. Neydi bizden alıp veremediğiniz? Neydi kazanmak istediğiniz zaferiniz? Bir yerde okumuştum “ben sana konuşamadıklarıma hep ağladım, sonra çok yorulduğum için vazgeçtim” diyordu. İnsanlar nankör, zaman kısa. ‪Bense başka birine evirildim sanki. Israrcı olmayı, fedakârlık etmeyi, anaç davranmayı bıraktım. Her şeye kafa yormuyorum artık. Hislerim ikinci planda. Mesafeler koymayı öğrendim. Herkesten, her şeyi beklemeyi falan da. Akıllanmak değil bence bu, kalbim fazla kırık benim. Onca günlerimiz bir şeyleri oldurup oldurmamakla gelip geçerken; kendime sürekli kimden ne bekliyorsun ki diye soruyorum, farkındalık iyidir biliyorum ama yine de insanların çabasızlığına çok kırılıyorum. Ve senin o kadar eski ki hatıran üflesem ciğerimi deler tozu, sanki başka bir çağda da yürüdük biz seninle yan yana. Bir burukluk var, hep vardı. Zaman zaman içimdeki yerin dar geldi, sığamadım. Burnumun direği sızladı özlemden, aramadım. Biz birlikte çok da güzeldik aslında, belki bu hayatı beraber örememiştik ama birlikte büyümüştük. Beraber atlatamayacağımız hiçbir şey yoktu. Birbirimize yoldaş olmayı çok isterdim. Biliyor musun en büyük korkularımdan biri birinin sırtındaki kambur olmak, ayıp olmasın diye beni nereye koyacağını bilmemesi. O yüzden gerçek olmayan merhamet yerine gerçek apaçık bir sevgisizlik daha az can yakıyor şimdi. En çok benden ne isterdin diye sorsan; birbirimizi göremediğimiz günlerin acısını çıkaralım isterdim; sen hep elini uzatınca tutmak... Klişe şeyler söylüyorsun bana bu lafları ben filmlerde falan bin kez duydum, saçma kitapların hepsi bu cümle yapılarıyla yazılıyor. Ben konuşunca ise kulaklarını tıkayışını unutamıyorum, tabii senin gibiler romantik cümleler duymaya aşina. Ama biliyorum sevgilim senin sadece bahanelere sığındığın ve peşinden gittiğin hevesin sevgiye çıkmaz. Bu yolu ben onlarca kez yürüdüm… Bir bilsen güneş düşmüyor bugünlerde pencereme. Uyanıp ardına bakmadan gidilmesi gereken yollar var, bense bir o kadar yorgunum. Evet, hatırlatmak gecenin meselesi. Hatırladım, hatırlayınca uykunun kaçması da bundandır ya mesele… Geriye ne kaldı dersen öylesine dinlediğim şarkılarda acımı paylaşmak kaldı. Bazen her cümle sana çalıyor. Ama hayat sana bir şarkı sözünde beni aratmasın. Bir şehir vardı, sen vardın, ben vardım, yakındık yaklaşamadık; anlatacak çok fazla şeyi olunca daha güzel bir susuyormuş insan, susmuşum onca zaman. Yazmamı istedin yazdım, bir ayrılık yazısı değil, bizimki ayrılık bile değil. Sahi hiç “biz” olamamıştık değil mi biz. Çok sevdiğim mi yetmedi sana? Tedavisi var mı sevgisizliğinin? Yaralılarını iyileştirecek ilaç değilim belki de sende. Biliyor musun eskiden mağlup olduğumu sandığım bütün savaşlardan omurgam dimdik çıkmıştım ben, dikenli yollardan yalın ayak geçmiştim. Ayağım taşa takılsa gökteki yıldıza inanmıştım. Yapamam sandığım, gidemem diye düşündüğüm her şeyi başarmıştım. En çok kendimde kaybolup, en sonunda kendime kavuşmuştum. Yine yaparım. Her öfkenin altından bir hayal kırıklığı çıkıyor ve hiç bir şey boşuna yaşanmıyor. Benim bunları anlamam yıllarımı aldı. Sende anlarsın bence bir gün. Annenin evladına baktığı gibi bakmıştın bir kere bana. Yorgun gelmiştim işten, çok acıkmıştım. Büyütemediğin evlat gibi eksik kaldı bir şeyler gözlerinde. Bakışların şarkının en güzel nakaratıydı o an bana. Tam ortamda kocaman bir boşluk kocaman bir delik… Doğru duygularla ilerleyip yanlış durakta inmişim ben sende. Bir çiçek büyütmüştüm saksıya sığmıyor şimdiyse. Sevgisizliğinin adını duyabildim, bitti diyebildim, bir son. Veda edip gidebildiğim, hayatıma devam edebildiğim bir son… Yazmam gerektiği yerde yazıyormuşum değil mi. Dinlemem gerektiği yerde de dinliyorum. Anlatılacaklar anlatılıyor, konuşulacaklar konuşuluyor beynimde. Yutkunuyorum işte o zaman küçük bi iç çekiş. Vedalar, sahi vedalar ne taşır bu evrende? Ne hissettirir bize? Vedalar; sigarada yanan son duman, kadehte kalan son yudum. Kırıldık bir defa en sevdiğimiz yerden. Bugünlerde rotasını kaybetmiş gemi misali dönüp duruyorum, sığınacak liman bulmak için… Biliyor musun bazen sıkılgan gönlümü oyalayışına hayran oluyordum. “Ne çok konuşuyor bu adam be” diyordum içimden. Susmamı istemediğindenmiş. Zaman iki kenarı keskin bıçak. Ve asla zamanın her şeyi değiştireceği gücüne biat etmiyorum. Kimseyi ikna edecek bir sonu yok bu hikâyemizin değil mi? Ama biz seninle en çok şeyi birbirimizi kollarımızın arasında tutmaya çalışırken parçaladık. Bir kış gelmiştin, bir kış gittin; gelecek baharı beklemeden gidişine üzülüyorum şimdi. Telefon çaldığında sesini duymak için  heyecanlı açmalarımı, yüzünü görme telaşımı özleyeceğim.  Sustum deyip yine çok konuştum. Ah Aysoş ah… Bilsen bazı şeyleri ömrüm boyunca sana anlatamayacağım. Üstelik en çokta sana anlatmak isterken. İşte beni deli eden de bu. Zaten “delisin” desene. Anlatsaydım bana hak bile verebilirdin belki. Herkese konuşurken sana susuyorum, bu beni kahrediyor. Susmam, seni kaybetmekten korktuğum için. Ve oysa kaybetmemek için anlatamazken, anlatamadığım için seni kaybediyorum. Biliyor musun; söylemiştim gerçi, ben her şeyi tek başıma hallettim, halletmeye de devam ederim. Ve devrilmeden bütün o yolları tek başıma giderim. Tek dileğim şu ömrün boyunca aşamayacağını sandığın her şeyi başar. Sen hep çok mutlu ol, kendini güzel tanı, gör ve hiç bir zaman ayağın hiç bir taşa değmesin isterim. Düşmeden ayağa kalkmanı ve bazı duyguları atlatabilmeni diliyorum. Her sınanış güzel olgunluk katar insana, kendinle mücadelende iyi yolculuklar. İyi ki…