Evettttt. Geldim yine. Yazmak düştü bir gece yarısı içime. Kalk dedi kelimeler, hadi hadi toparlan ve dök bizi kaleme, kırar mıyım hiç yazalım bakalım. Evim olmuş burası benim, duvarlarına sığındığım; kapısı kilitli, penceresi örtük. İçimi dökmüşüm birbir sizlere, ruhum huzur bulmuş işte öylece. "Yorgun ve üzgün gidiyorum harap evime, Yemin ederim deli yüreğimi senin şehrinden alacağım..." diyordu Füruğ Ferruhzad Veda şiirinde. Yorgun ve üzgün geldim yine bu kahru perişan satırlı evime. Ah hiç bitmiyor mu bu kızın derdi dediğinizi duyar gibiyim.

Anlatın sizde neler var neler yok. Siyaset ne olur bugünlerde? Ortalık kızışmışa benziyor. Nasıl kaoslar dönüyor ortalıkta anlatın bakalım. Dilerim ki kim hizmet edecekse o olsun. Ekonomiye de değinmeyelim değil mi, anladığım zenginler mus mutlu, fakirler mutsuz. 

Şu an hayatımın “bilmiyorum” evresindeyim. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Biraz yoruldum sanki. Olmamasında bir hayır vardır diye diye çürüdüm gitti artık. Her seferinde kendimi bu noktada bulmaktan çok sıkıldım. Önüme düşeni gölgen, sırtımı dayadığımı sen sanırdım; kocaman günlerin ardı tam da böyle bir hayal kırıklığı işte. Ve ne kadar iyi bir insan olduğunun pek önemi yok. Bir ölüme çözüm yok nasılsa, telafiler en kolayı.

Önce dünyanın ne kadar adaletsiz olduğuyla başlayacağım. Birinin bir tarafta acılar içinde kıvranırken, diğerinin bir tarafta kahkahalar atması yeterince adaletsiz değil mi? Bir de aynı hataları tekrar tekrar yapmam var. Bir insan bir hatayı neden sürekli yapar? “Neden aynı şeyler sürekli başına gelir” sorusunun cevabını bulamıyorum. Belki de hata değilde, yanlış olduğunu kabul etmem gerekiyor. Yine aynı şeyleri yaşıyorum. Neden ben demiyorum, belki birisi çok mutlu olmak için dünyaya gelmişse diğeri sınanmak için gelmiştir. Ama büyük sınavlardan çıkamıyorum. Sırtımda öyle bir ağrı var ki, yüklendiğim yükün bu denli ağırlığından olsa gerek, şimdi hiç bir şeye gücüm yok gibi hissediyorum. 

“Tohumunda ayrılık varsa aşkın mahsulü gözyaşıdır” diye okumuştum bir yerde. Her gözyaşının bir bedeli var. Sen akıtırsın Allah nasıl ödeyeceğini bilir. Bazı zamanlar, zaman geçmiyor. Bazen zaman geçsede geçmiyor. Bazı şeylere hiç bir şey ilaç olmuyor. Kendini açıklamaktan ya da açmaktan vazgeç Aysel çünkü onlar için niyetinin, düşüncenin, duygularının önemi yok kızım. Sadece olanların kendi açılarından sonuçları ve ne kadar etkilendikleri var. Ve ben merkezli yaşayan birinin hayatına dahil olamıyorsun, daha çok arkasından sürükleniyorsun. 

Bazı hislerin anlatılır yanı yok. İnsanın içinde yaşayarak ayağa kalkmayı öğrenmesi gerekiyor. Bazı duyguları atlatabilmem için düşmen, değişmen gerekiyor. Belki de benim acı çekmemi sağlayan olay büyümen için..

Yine bir sürü anlamlar yükledim hayata. Hep mağlubiyet olacak değil ya, büyük zaferler ve galibiyetler bekliyor hissediyorum. Tutulacak hiç bir tarafı yok sustuklarımın. Geçen yazımda sustum demiştim, evet sustum bomboşmuş konuşsamda. Neresinden tutsam batıyor. Ruhum bazı geceler oturup kendi cenazesine ağlıyor. 

Beşerdir şaşar, insandır hata yapar. Hatalarımızdan pay biçtik kendimize önemli olan değil mi? Tokat gibi çarpar ya da bir tokat çarpar suratınıza işte o zaman anlarsınız. Anladım… 

Her günahın tövbe kapısını açık bırakırmış Allah yeter ki günahımızı bilelim görelim bağımızı keselim ve günah işleyenlerinde bunu bilmesi gerekirmiş. Peki ya diğerleri, diğerleri de günahından dönmeye çalışana yardım edecek elini uzatacak, elini uzatacak ki tutsun çıksın, unuttu ki unutsun, elini uzatki çıksın, karanlıkta olana ışık ol ki aydınlansın. Başkasının hatasını ve günahını görmek kolaydır. Peki ya kendi günahını görmek? Asıl güç isteyen kendi hatanı görmektir. Bir hikaye duymuştum; 

“Vakti zamanında iki tane Derviş varmış bu dervişler şehir şehir dolaşır bildiklerini anlatırlar bilmediklerini kendi öğrenirlermiş her şehre gittiklerinde kimisinde üç gün kimisinde beş gün kalırlarmış yine bir gün seyahate çıkmışlar bir nehir kenarında geliyorlar karşıya geçecekler bir kadın görüyorlar kadını tanıyorlar kadının iffetini hakkında konuşulurmuş, konuşulurmuş işte kadın bu dervişleri görünce beyfendiler ben Karşıya geçeceğim ama derenin beni alıp götürmesinden korkuyorum bana yardım eder misiniz diyor dervişlerden birisi diyor ki ben kesinlikle bu kadına yardım etmem diyor öteki Derviş’te binin sırtıma diyor sırtına alıyor üçü beraber karşıya geçiyorlar karşıya geçtikten sonra kadın dervişin sırtından iniyor teşekkür ediyor kendisine yoluna devam ediyor 

Dervişler de yollarına devam ediyor ama o sırtına almayan Derviş öteki Derviş’e dönüp diyor ki sen naptın sen nasıl bir adamsın nasıl bir dervişsin öyle bir kadını nasıl sırtında taşırsın geçersin karşıya diyor Derviş dayanamayıp diyor ki ben karşıya geçtikten sonra kadını sırtımdan indirdim sende indir diyor” Yüreğimizi yük olanı bazen indirmek gerekir. Geçmişi değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Geçmişi, olmuşu orada bırakmak gerekiyor. Sürekli arkasına bakarak yürüyen önünü göremez takılıp düşüyor hep.

Ben hep çabuk sevdim, çok sevdim ve hemen unutamadım. Çok severken sevilmedim. Çabuk sevince itildim, unutamazken unutuldum. Hatta öyleki unutamıyorum diye acı çekerken onlar başkalarıyla mutlu oldular. Bende böyleyim ya. O kapıyı açıp kapatan rabbim başka kapıları da açar. Ayağıma çelme takanların gün gelir ayağını kırar. Ben ağlarken kahkaha atanların yüreğini kor gibi yakar. Rab büyük, zaman çok. Sizler de zor zamanlardan geçiyorsanız sadece şunu hatırlayın “Geçecek”. Her şey geçiyor. Bu da geçecek. Geçmiyor gibi gelen zamanın içinden sadece sabırlı olabilirseniz geçebiliyorsunuz. 

Ne kalanın ne kaçanın yakasını bırakır hatıralar. Bunu ya kendinden ya da kendiliğinden bilir insan. Bunu unutma. Geçmiş; değiştiremeyeceğin ve asla yargılatmayacağın bir olgudur. Geçmişe odaklanırsan eğer geleceğe yön veremezsin. Senin geçmişten kaçamaman bize yük oldu. Sırtlanamadık.  

Garip bir varlık, insan. Bazen hayret ediyorum doğrusu, en çokta kendime. İnsan hangi tecrübeden çıkarsa çıksın, kaç savaşta yenilerse yenilsin yeniden başlamak için asla umudunu kaybetmiyor. Ne kadar kanarsa kanasın elleri, yine sımsıkı tutunuyor, inatla.

Gençlik mi ya da salaklık mı bilmiyorum, fakat yeni olan başlangıçlara iyi olacağına inandığım taraf hep ağır basıyor. Ama her bir yeni başlangıçım hüsran bitiyor. Hep mi hüsran biter yahu?

Biz kırıldık bir defa en sevdiğimiz yerden değil mi? Ne çok kırıldım ama. Ne çok sustum. Yazmam gereken yerde yazayım yine. Dönüp bir tek bile hesap sormamışım HAYAT senden. Söylecek çok şey var. Hayaller, sevinçler, üzüntüler, kazançlar, hayal kırıklıkları... Annemin beni dünyaya getirdiği yaşta, benim bu kadar hüsranım. Ömürden bir yıl daha geçtiği şu günde dönüp bakıyorum geçmişe, ne çok şeye geç kalmışım öyle. Yetişemem artık sana. Geçmiş bizden. Bazılarına da çok erken. Neler öğrendim ama şu yaşa kadar bilsen. Çorba yapmayı, kendi söküğümü dikmeyi, af dilemeyi, onarmayı, gönül almayı, konuşabilmeyi, kendini ifade etmeyi, susabilmeyi, ayaklarımın üzerinde durmayı... sıralayınca insanın aklına neler geliyor neler. En iyi öğrendiğim şey de insanın ailesinden başka bir şeye ihtiyacı olmadığı. Bir de aile gibi dostlara. En kıymetlisi de o. 

Bize bir son gerekiyor sevgilim. Sen beni uğurladın ama benim sana sarılıp ayrıldığım bir son olsun. Son kez gözlerine bakabildiğim, sesini duyabildiğim bir son.

Küçük bir ve çok sevdiğim şiirle bitirebilir miyim  yazımı?

En büyük erdemdir sabır, ağulardan süzülmüş.
Zulüm olsa da,
Bekle.

Düşer cemre

Bekle, bahar gelir!

Öyle aydınlık ve beyaz

Mavi gelir, ışık gelir,
Bekle güneş gelir.

Açar pembe çiçekleri yüreğimin

O gün bir bahar gelir..