ANADOLU LİSELERİ

Öğretmen konusunu öyle bir soktular ki gündeme, bu konuda konuşmayanın hatırı kaldı.

Bir de, son günlerin bir moda deyimi var: “Zorbalık!” Bu söz de dillerden düşmedi. Zorbalık sözünü en çok “akran zorbalığı” şeklinde kullanıyorlardı.

Bu benzetmeye yeni bir söz daha eklendi:

“Öğretmene zorbalık!”

Öğretmene, öğretmenliğe hiç yakışmayan bir söz.

Öğretmen; öğrencilere öğreten, öğretim ve eğitimi meslek edinmiş kimse. Öğrenci de, okula giden, öğretmenden ders alan kişi demek. Kısaca öğretmen, öğrencilere ders veren, işi (mesleği) öğretmenlik olan, öğrenci yetiştiren kişi. Öğrenci öğretmenden öğrenen…

Buraya kadar tamam. Bu tanımları herkes biliyor.

Zor, güç demek. Bir de baskı yapma anlamı var zor sözünün. Zorba, zor kullanarak iş gören, gördüren. Sözlüklerimizi böyle tanımlıyor bu üç sözü.

Şimdi olayı bilmeyene anlatalım:

Olay bir lisede geçiyor. Onuncu sınıf öğrencileri, yani kazık kadar çocuklar, el kol sallayarak sınıfta dolanan, sonra masasında oturan öğretmene laf atıyorlar, yanına kadar gidip gözlükleriyle oynuyor, saçsız kafasından göstere göstere “dedeciğim” diyerek öpüyorlar.

Masanın karşısında oturan bir kız öğrenci de, hem olayı izliyor, bu arada ha bire belinden aşağı salık düz saçlarını sağa sola sallıyor, saç gösterisi yapıyor, hiçbir öğrenci bu olaya katılmıyor, zevkle izliyorlar olanı biteni.

Okulun adından başlayarak başka bir açıdan olayı görmeye ne dersiniz? Bize anlatılan ne, buradaki kimsenin ilgilenmediği, okullarımızın yapısal durumları ne?

Okulun adı da pek uzun, pek gösterişli, Cumhuriyet öncesinin ünlü mimarlarından Mimar Kemal. 1927 yılında ölmüş. Bu ad, “Ahmet Kemalettin” adının kısaltılmışı. Önüne Kocatepe adı eklenmiş. Çankaya ilçesinin bulunduğu mahallenin adıymış. Bu iki ad yetmemiş, sonunda da Anadolu Lisesi yazıyor. Lise değil, Anadolu Lisesi. Sanırsınız ülkemiz ikiye bölünmüş, Trakya kısmı ayrılmış, diğer bölümündeki okullar Anadolu adıyla anılıyormuş. Daha da bilineni, bu adla anılan okulların normal bir lise olmayıp yabancı dille eğitime büyük önem vermeleri, Türkçeye verilecek değeri el diline göstermeleri. Bunlar “elit” liselermiş. Yabancı dil ağırlıklı açılmışlar. Bunun için hazırlık sınıfları bile varmış, 9. sınıfta yirmi saat İngilizce görüyorlarmış. Sonra ne mi olmuş? 2010 ders yılından başlanarak 2013 yılına kadar tüm liselerimiz bu okullara bağlanmış, hepsinin adına “Anadolu Lisesi” adı eklenmiş. Kısaca bütün liseler bu okullara dönüştürülmüş Yabancı dil dersleri de budanmış, yabancı dille eğitim şaşkınlığı çoktandır yokmuş. Bu ad artık başka amaçlıymış.

Bu arada İmam Hatipler de Fen Liseleri, Meslek Liseleri de hepsi ön ad olarak Anadolu Lisesi adını almışlar. Tüm okulların adı Anadolu Lisesi olmuş. Nedir bu? Hiç görmediniz, duymadınız mıydı yoksa?

A sesiyle başlayan, MEB’in yayınladığı okul adları listesinin başını buraya kopyalarsak:

Akören Çok Programlı Anadolu Lisesi / Aladağ Sinanpaşa Anadolu İmam Hatip Lisesi (Burada Sinan Paşa ayrı yazılmalıydı ama listede böyle yazılmış./ Sanko Aladağ Anadolu Lisesi / Ceyhan Altı Ocak Mesleki Ve Teknik Anadolu Lisesi/ Ceyhan Anadolu İmam Hatip Lisesi/ (Ceyhan) Beyteks Mesleki Ve Teknik Anadolu Lisesi (Ceyhan) Borsa İstanbul Ceyhan Anadolu Lisesi/ Ceyhan Anadolu Lisesi / Ceyhan Biliciler Mesleki Ve Teknik Anadolu Lisesi / Ceyhan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi…

“Ahmet Kurttepeli Anadolu Lisesi, Emine Naci Menemencioğlu Anadolu Lisesi, Hacı Ahmet Atıl Anadolu Lisesi, Hasan Adalı Anadolu Lisesi, Çeas Anadolu Lisesi…

Liste böyle gidiyor, binlerce okul adı. Adana Ticaret Borsası’nın bile okulu var, o da Anadolu Lisesi adıyla adlandırılmış. “Adana Ticaret Borsası” Anadolu Lisesi. Ya parayı bastıranın adının okullara ad olarak verilmesi? Oysa dünyada yaygın olan, bilinen, okullara, o ulusun önemli kişilerinin adlarının konulması. Bizde bu durum da ayrıca kanayan bir yaradır. Kahramanlarımızı, önemli kişilerimizi topluma unutturma, böyle adları belleklere kazımama…

Buradaki “Anadolu” sözü neden tüm okulların ortak adı? “Anadolu” sözüyle ileride başka bir şey mi yapılacak? Bu söze kulaklar, gözler mi alıştırıyor? Trakya Bölgemize ne oldu? Ne olacak? Tarihten beri Türk Yurdu anlamında “Türkiye” diye seslendirilen ülkemize bir anda neden Anadolu (Anatolia) diyoruz. Okullarımıza bu adı koyuyoruz ta ilk açılımdan (2013) başlayarak… Şimdi de ısrarla sürdürerek…

Bir kez daha bu okulların durumuna bakarsak: Bu okullar daha en baştan Atatürk ilkelerine ters düşen bir okul modeli imiş. Atatürk ilkelerine milli (ulusal) eğitime ters bir model. Türkçeyi ikinci plana atan (eğitimi İngilizce yaptırmaya çalışan) bir sistemin parçası. Önce az sayıdalarmış. Sonra çoğalmışlar, virüs gibi sarmışlar yurdu, on on beş yıldır da adları kalmış yadigâr. Tüm okullar bu modele değil de bu ada dönüşmüş. Şu an, bu öğretim yılında, ne ilgisi varsa seçmeli ders programlarında “Osmanlı Türkçesi” adında bir dersleri bile var. Haftada iki saatlik tarih dersleri bu okulların son sınıflarında yok. Matematik de yok son sınıfta. Oysa tüm dünyada eğer sömürge değilse bir ülke, kendi diline önem verir, kendi dili öndedir, en önemli derstir. Sonra Matematik gelir. Hiçbir çağdaş ülke, eskiden böyle yazılıyordu diye yüz yıl öncenin harflerini liselerde yeniden öğretmeye kalkışmaz. “Osmanlı Türkçesi” . Oradaki Türkçe sözüne aldanmayınız. Arap harfleriyle neredeyse yüz yıl sonra yeniden okuma-yazma öğretme, Türk Yazı Dili’ni tehlikeye atma, eskiye dönüşü deneme dersi bu. Yoksa kime ne yararı olur böyle bir dersin. Bu çağda, Türkçemiz bu kadar güzel öğrenilebilirken, bu kadar kolay tüm dillere çevrilebilirken, diğer dillerden dilimize çeviriler bunca kolay ve üstün güzellikteyken, kusursuzken, Türkçemiz, Türk Yazı Dilimiz, tüm yaşamımızı böyle kuşatmışken, bizi bağlayan, birleştiren, ulus yapan bir tutkalken…

Okullarımızın dönüştürülmesi hepsine eklenen ayrımcı- bölücü, Yunan’a yaranan (Yunanca “Anatole” İngilizce Anatolia) bu ad değişimi (Türkçesi Anadolu) hiç konuşulmadı bile ama bu tip bir okuldaki eğitim rezaleti, öğrenci- öğretmen ilişkisi bir anda tepki çekiverdi. Neden derseniz, bize toplum olarak magazini benimsettiler. Ciddiyetten uzak, eski Türk filmleri tadında, eğlenilsin diye veriliyor en önemli haberlerimiz bile. Yapay zekâ da yardımcı tabii bu magazincilere, filmsiz bir şey anlatamayanlara, anlamayanlara. Ciddi haberler, olaylar, değişimler - dönüşümler ülkemizde kimsenin ilgisini çekmez biliyorsunuz ama bir dizideki olay, bir kavga, bir dövüş hemen gündeme oturur. Oturturlar.

Bir vatandaş sormuş bilgi ağında:
“Geçmiş yıllarda lise seviyesindeki okulların yabancı dilde eğitim verenleri Anadolu Lisesi olarak adlandırılmıştı. Neden Anadolu Lisesi denmiş bu tür okula, bilen varsa yazsın…” demiş.

İşte asıl sorulacak soru bu! Nereden çıktı bu Anadolu Lisesi “ lafı?

Bu okuldaki durum şöyle açıklanmıştı haberlerde:

“Olay, Kocatepe Mimar Kemal Anadolu Lisesi (KMAK) adlı lisede yaşandı; Mehmet Canpolat adlı fizik öğretmeni, bazı öğrenciler tarafından derste saygısız muamele ve alayla karşılaştı.
Sınıfta yaşanan bu saygısızlık ve zorbalık görüntüleri sosyal medyada yayıldı, kamuoyunda büyük tepki topladı.”

Özetlemek gerekirse:

Aynanın arkasına bakmadan görünene tepki vermişler bu olaya dalanlar. Sendikalar bile karışmış işe. Öğretmeni ezdirmezlermiş. Kimsenin de okulun adı dikkatini çekmemiş, ne bu “Anadolu Lisesi” furyası, İmam hatipler bile artık Anadolu İmam Hatip Lisesi diye adlandırılıyor, bununla ne yapılmak isteniyor, bu işin sonu neye varacak, altından ne çapanoğlu çıkacak, dememiş. Ya Mimar Kemal adı? Önceleri ilkokul adıymış. Başka bir binada da aynı ad sürdürülmüş, onca eski okul adı kaldırılırken... Atatürk’le, Cumhuriyetle, Kurtuluş Savaşı simgeleriyle ilgili okul adları yok artık, yoksa bunda da başka bir hinlik mi var?

Öğretmen açısından durum daha da inanılmaz. Daha olay günü okul müdürlüğüne olayı haber vereceğine, kendi onurunu bırakın, öğretmenlik onurunu kurtaracağına, hiç bir şey yapmamış. O sınıfta aynı öğrencilere ders vermeye (Fizik)devam etmiş. Ta ki derste düşüp başını yere çarpana, kolunu incitene kadar. İnsanlığa, yaşa başa, mesleğe saygı; o çocuklara, sınıfa ceza verilmesini gerektirirdi.

Saçı başı ağarmış, altmış bir yaşındaki bu kişi, olayın ortaya çıkmasından iki hafta sonra ne demiş biliyor musunuz?

Bunu , “Öğretmenden saygıyı hak eden hareket” başlığıyla Sözcü yazarı Saygı Öztürk yazmış:

“Bakanlık yetkililerin disiplin soruşturması kapsamında bilgisine başvurulan öğretmenin sözleri ise saygıyı hak ediyor. Canpolat, “Ben öğrencilerimden şikayetçi değilim. Hepsini çok seviyorum. Böyle bir olay yaşandığı için tabii üzgünüm. Öğrencilerimden böyle bir davranış beklemezdim. Ama benim yüzümden hiçbir öğrencimin disiplin soruşturması geçirmesini, hele okuldan uzaklaştırılmasını istemem. Öğretmenlik fedakarlık mesleğidir” dedi.”

İşte işin burasına uyan bir sözümüz vardır bizim ”Özrü kabahatinden büyük” derler, böyle saçmalayanlara.

Değil bütün Türkiye’nin sınıfta olanları görmesi, televizyonlarda gösterilmesi, bilgi ağı ortamında olayın milyonlara ulaşması; oradaki on beş yirmi öğrencinin bile olaya şahit olması yeterdi bir öğretmen için durumun korkunçluğunu anlamasına, duruma bir çözüm aramasına, durum çözülene kadar da o sınıfta derse girmemesine…

Öğretmenlik fedakârlık (!) mesleğiymiş… Bu olayla ilgili böyle bir söz söyleyebilmek, öğretmenin öğretmen olmadığını gösterir. Bilim adamı olabilir, fizik bilgini olabilir ama öğretmen olamaz bunu diyen. Bu sözler öğretmenin bu işin okulundan yetişmediğine, eğitim öğretim nedir bilmediğine belgedir… Pedagojiden (çocuk -genç eğitimi, gelişimi, öğrenmesiyle ilgili bilim)habersiz olduğuna işarettir… Ya da çok büyük bir geçim sıkıntısı içindedir, günümüzdeki yasalar, keyfilik, memurluk yasasındaki son değişiklikler, güvencesizlik, işten kolayca atılma durumu, işsizlik, bu yaşta ona buna el açmak durumunda kalmak, onu müthiş korkutuyordur.
Bu da akla, öğretmen yetiştiren kurumlarımızın başına gelenleri getiriyor. Hem de memurları koruyan iş güvencesi veren 1969’dan beri yürürlükte olan, 2017’ye kadar da aralıksız süren 657 sayılı bu yasanın kaldırılmasındaki suçumuz, toplumsal duyarsızlığımız... “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışımız… Kapatılan Eğitim Enstitüleri, Yatılı Öğretmen Okulları… Atatürk’ün kurdurduğu ( 1926) orta öğretime öğretmen yetiştiren Gazi Eğitim Enstitüsü bile kapatıldı (1980) uzun yıllar önce. Köy Enstitüleri Köy Enstitüleri diye sayıklar da aydınlarımız, nedense kapatılan, yatılı- (gündüzlü de öğrenci alan)İlk Öğretmen Okullarına, orta öğretime (ortaokul-lise) öğrenci yetiştiren Eğitim Enstitülerine karşı tek söz etmezler, görmezden bilmezden gelirler bu eğitim darbesini!

Çocukların bu saldırganlığındaki etmenleri de göz ardı etmemek gerek. Toplumdaki gelir uçurumu. Bir yanda kolayca para kazananlar, sonradan görmeler… Bir memurun bir aylık maaşını bir günde alan iş insanları, özellikle iktidar yandaşları, ticaretle uğraşanlar… Kolay yoldan para kazananlar… Diğer yanda asgari ücrete mahkûm edilen çoğunluğun açlık sınırındaki yaşamları… Öğrenciler, gelir durumundaki bu uçurum nedeniyle de öğretmenini küçük görmüş olamaz mı? “Toplumdaki “Paran kadar konuş!” örneği. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” anlayışı…

Öğretmenlik iki sloganla, iki lafla çözülebilecek durumda değil ki bu olayı örtelim, unutalım.

Kanayan yaradır bizim eğitim durumumuz.
Eğitim sistemimiz yaz boz tahtasına çevrilmeseydi, laiklik, bilimsellik korunsaydı… Ulus değerlerine duyarlı öğrenciler yetiştirilseydi, yurdunu ulusunu seven, tarihini bilen, ulusal günlerini yaşayarak, bayramlarına katılarak öğrenen, ulusal günlerine önem veren, bayramlarına eskisi gibi katılan, atalarıyla onur duyan, Atatürk ilkeleriyle uyumlu, bu yurdu ona veren, düşmanların elinden kurtaran atalarına gönül borcu duyan, saygısı sevgisi eksilmeyen kuşaklar gelseydi geriden…

Aydınımız bu derece yozlaşmasaydı…

Dilimize özümüze sahip çıkılsaydı…

Bölücülerin bu kadar azgınlaşmasına göz yumulmasaydı…

Atatürk’ün sözlerini unutmasaydık…
*
“Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”

“Milletimiz, kuvvetli karakter, sarsılmaz sistem, ateşli milliyetçilik, iktisadi muvaffakiyetlerden doğup çoğalacak imkânlarla da kuvvetlendirilmelidir. (1924)

“Başarılarda gururu yenmek, felaketlerde ümitsizliğe karşı gelmek lâzımdır. (1933)

Milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle geliştirmek milli ülkümüzdür. (Ekim 1933)

“Müsbet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan faziletli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir. (1933)

“Ne mutlu Türk’üm diyene!(29 Ekim 1933)

Feza Tiryaki, 7 Aralık 2025