Toplumların en büyük sınavı; gücü elinde tutanlara duyduğu sevgi değil, gösterdiği saygıdır.
Bugün bir toplumda “saygı” kavramı ciddi bir erozyona uğruyorsa, ilk sarsıntı makamlar üzerinde başlar. Çünkü koltuğa oturan kişiyi değil; o koltuğun temsil ettiği kamu sorumluluğunu hedef alır bazıları. Yönetim kurulu başkanı, belediye başkanı, parti başkanı ya da okul müdürü fark etmez... Makamın adı değil, makama duyulan saygı bizi biz yapan şeydir.
Bazıları şöyle diyor:
“Sevmediğime niye saygı duyayım?”
İşte en temel yanlış tam da burada başlıyor. Çünkü saygı bir duygu değil, bir erdemdir. Sevgi içten gelen bir histir, ama saygı bilinçle gösterilen bir tutumdur. Sevmek zorunda değilsin. Ama saygı duymak zorundasın.
Makam sahibi olmak; bir ayrıcalık değil, bir yüktür. Hele ki yerel yönetimde, siyasette ya da kamusal hizmette görev alanlar için... Her kararın hesabını millete vermek, kamu kaynaklarını şeffaf yönetmek ve çoğu zaman kişisel hayatından feragat etmek zorundasın. Bu kişiler, o koltukta oturdukları için değil; milletin iradesini, kurumların ciddiyetini ve kamu düzenini temsil ettikleri için saygıyı hak ederler.
Elbette eleştiri olacak. Elbette muhalefet olacak. Ama saygı sınırları içinde…
Unutmayalım ki;
Müdürüne saygı göstermeyen, öğrencisine adaletli davranamaz.
Belediye başkanına hakaret eden, ertesi gün otobüs şoförüne bağırır.
İlçe başkanını küçümseyen, komşusuna da saygı göstermez.
Saygı, zincir gibidir. Bir halkası eksildi mi toplum çözülmeye başlar.
Kaldı ki bugünün başkanı yarının vatandaşı, bugünün vatandaşı yarının başkanı olabilir. Makamlar gelip geçer, insanlık baki kalır.
Son söz:
Başkanına saygı duymayan, kimseye saygı duymaz.
Bu sadece bir ahlak sorunu değil, bir toplum terbiyesi meselesidir.