Sen bu dünyaya saf bilinçte ve tam bir varlık olarak geldin. Geldiğinde ise bomboş bir varlık değildin. Her şeyin bilgisi sende zaten mevcuttu. Bilgiden kastım şu an ki kısıtlayıcı bilgiler değil. Fakat bütün olarak geldiğin bu dünyada parçalanmayı seçtin ve sana bu öğretildi. Bunun adına da "hayatta kalma uyumu" denildi.

Sen sınırsız bir alandan sınırlı dünyaya gelerek, biçimsiz olduğun formdan, biçimleri kabul ederek, sınırlı bir varlığa dönüştün.
Sen öz' de ait olduğun yerden, burada öğrendiklerinle koparak, bu dünyaya ait olmak adina gerçek "sen" den ayrıldın. Bu durum bir anda değil yavaş yavaş yaşamına yayıldı. O kadar yavaş ki benliğinden, o her şeyin bilgisinin var olduğu özden koptun.

Sen tecrübeler edindiğini zannederken gerçeklik algını perdeledin. Bunu anlamak için çocukluğuna gitmen yeterlidir. Düşün bakalım çocukken değerinden şüphen var mıydı? Aile ve dış çevre ile ilgili bilgilerin, yargıların var mıydı? Ya da zamanı şimdi ki gibi kısalmış veya uzun olarak görüyor muydun? Peki sonra ne oldu? Korkular, beklentiler, inançlar, zamanın yetersizliği devreye girdi elbette.Ve sen kendin olduğunu zannettiğin kimliği ortaya çıkardın. Zihin bu yolda sana yoldaşlık eden en güçlü yandaşlardan biri oldu. Ama o da kendi kapasitesini unutarak bunu yaptı ve yeteneğini kaybetti. Bu unutmayla beraber tüm hayat deneyimini, gerçekliğini en önemlisi akışı değiştirdi.

Eğer kendine, gerçekliğine uyanmak istiyorsan, öncelikle kendi özünü unuttuğunu kabul etmelisin. Bu kabul yenilgi değildir. Herhangi birini, bir şeyi veya kendini suçlamakta değildir.

Unutmak bu dünyada beden formunda var olmanın getirdiği bir gerçeklik olsa da, sınırsız potansiyelini hatırlamak istiyorsan bilmelisin ki hatırlamayı seçtiğin şey asla yok olmadı. Sadece onu dışarıda aramayı vazgeçip içinde arayacağın anı sessizce bekledi. Eğer sen de kendine gerçekliğine, kendi potansiyeline ulaşmak istiyorsan, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî' nin de dediği gibi: "NE ARARSAN ARA, KENDİNDE ARA."

SİBEL İLGÜN